Léonora Lynxie
Mesaj Sayısı : 2 Kayıt tarihi : 15/08/10
| Konu: OLL Paz Ağus. 15, 2010 4:06 pm | |
| Ad- Soyad: Ola Léonora Lynxie. Örnek Rp:
- Spoiler:
Dönüyor işte, yine dönüyor, hala dönüyor. Neden buradayım ben ve neden değişen bir şey yok burada? Benim bile aklımı başımdan alacak denli kuvvetli melodilerle yankılanıyor heybetli ve bir o kadar da kaba mimariye sahip yapı. Küçük, iki sıska adamın bile yan yana geçmesine olanak sağlamayan, bir canavarın oyuncu ağzını andıran kapısının önü benim küçük meleklerimle dolu. Her biri kendilerini bana sunmak için, henüz farkında olmasalar da, en güzel kıyafetlerini giymiş, yüzlerini boyamışlar. Yavaş adımlarla dizime anca geldiği halde oldukça ürkütücü bir görünüme sahip altın varaklı çitlerin yanından geçerlerken, yalanlarını adeta duyurum oyunbaz ruhlarının. Canavar ağzının hemen yanında, çıkışta geri almak üzere bıraktıkları pis sıvıyı kokluyor, nefreti görüyor, kıskançlığı ise tadıyorum. İnce bir çizgi halini almış dudaklarım hafifçe yukarı kıvrılıyor. İşte, bu! Kızıl kısacık, samanı andıran saçlarıyla hep dikkatimi o yöne çevirmişti. Dengesiz adımlarla hopluyordu annesi olduğunu tahmin ettiğim kadının yanında. Küçük velet, annesinin tüm sus işaretlerine rağmen şarkılar söyleyerek koşuşturuyor tanrının evinin geniş bahçesinde. Minik burnunun yanlarına rasgele dökülmüş simler gibi parıldayan çilleri çekti beni kendine. Yalancı soydaşları gibi değildi o, çocukluğun verdiği elmas parlaklığı ve saflığıyla dolup taşıyordu. Elle tutulabilecek kaçar yoğun insan sevgisi minik gözlerinden okunuyordu. Org seslerinin göğü yıkadığı bu yer sırf onların, bir zamanlar benim de aralarında olmaktan nedensiz gurur duyduğum saf ve acizlerin, değil; benim gibi cehennem ateşiyle dans etmeye hazır bir varlığında evi. # “Bayan, köpeğimin burada olduğunu söylemiştiniz.” Diye mırıldandı oğlan. Hala uysal bir kuzu gibi peşimden gelirken. Evet, anlamında salladım başımı. Yalan söylemekten hiç hoşlanmıyorum hele ki saflığından yaralandığım minik bir çocuksa yaptığım ve yapacak olduğum şeyi sorgulama ihtiyacı yüzünden, vicdan azabı çekiyorum. Gözlerimi, yuvalarında bir o yana bir bu yana hareket ederken, yosun rengi küreler birden boşluğa düşüyor. Her şey değişmiş. Eskiden olduğu gibi ortalıkta gezinen uyuz köpekler ya da katiller yok. Bekçinin oldukça konforlu kulübesi, hatırladığım ahşaptan yapılmış derme çatma böcekli çadırı gibi değil. Etraf ne çürümüş et kokuyor ne de yıldızlı gecelerde burada keyif yapmamı engellemiş olan idrar kokusu var. Bir deliğe tıkılmış iki ceset yok, yağmurun doğayı yıkadığı her gün mezarlardan pörtleyen bedenlerin izleri görünmüyor çimle örtülmüş zeminde. Tek tük papatyalar bile var. Buraya gelmeyeli uzun yıllar oldu, ölümün tatlı kokusunu ciğerlerime doldurduğum an boğazımda oynaşan kelebeklerin hazzını yaşamadığım kocaman bir 15o yıl. İlk kez 14 yaşında olduğum günlerden birinde de aynı yerdeydi, demir direklerle korunan mezarlık. Annemle beraber ilk mezarlığa geldiğim günü hatırladım. Sarı saçlarını ensesinde toplamıştı o günde her zaman yaptığı gibi. Elindeki büyük çiçek buketiyle yarışır bir görünümü vardı. Geçen yıl ölen babamın yasını hala tuttuğunu söylerken komşulara yaşlı gözleriyle, mezarına pembe elbiselerle gelmesi kendisine duyduğum nefreti körüklüyordu. Bayram kıyafetlerini giymişti aptal kadın, flamingoyu andıran uzun ve kıvrımlı boynuyla mezar taşlarını süzüyordu. Dudaklarını fark edilmesi zor hareketlerle oynatırken, babamın ruhuyla dalga geçtiğine emindim. Bileğimi yakalayıp dizlerimin üstüne çökmem için zorlamıştı beni. Bedenimin midemi bulandıran yüzeye değmesi, midemde dışarı çıkmayı bekleyen kalıntıları harekete geçirmişti. Eve dönünce bu kasıtlı ve saygısız hareketimde ötürü 1 hafta dışarı çıkmama mani olan dayağı yemiştim. Ölülerin kokusu, taze havayı rehin almış gibi. Küçük çocuğun çıkardığı öğürme sesleri artık sabrımı taşırmaya başladı. Sivri tırnaklarımı çocuğun körpe etine sapladım. Omzuna giren keskin tırnaklarımdan kurtulmak için çığlık aymaya başladığında onun kafasını hemencecik koparmak için duyduğum, karşı konulamaz isteği bir süreliğine bastırdım. “Bana bak çocuk. Sessiz olmazsan en kötüsü olur.” Başına geleceklerden habersiz ufaklık, iyi veya kötü sıfatının neye göre seçildiğini daha kavrayamamış çocuğun gözlerinden akan yaşların altında ezildiğimi hissettim. Tonlarca kilo ağırlığında kristalimsi, sicimler üstüme düşüyor, bedenimi değil sadece ve sadece yüreğime yükleniyordu. Kurbanlarımın nefret dolu gözlerini onda görmüyordum. Bunları bana düşündürten kalbim mi beynim mi hiçbir fikrim yok ama susması gerektiğini çok iyi biliyorum. Yavrucağın savunmasız bedenini kucağıma aldığımda dişlerimden yayılan sızı tüm vücudumda hatırı ayılır bir ağrıya sebep oluyor çünkü kalp atışlarını boğazımda hissetmek için can atıyorum. Çığlık atıp atmadığına emin değilim, kulaklarım her şeyi bir perdenin arkasından duyuyor, bir uğultu eşliğinde. Ağzının sonuna kadar açıldığını görüyor ama anlam veremiyorum. Neden dudaklarını yırtacakmış gibi aralamıştı ki ağzını? Boynunda iki küçük delik açıldı, kan oradan bir gayzer gibi şiddetli fakat sessizce dökülüyor. Görüntüyü izlemek bile açlığıma fayda ediyor, o denli karşı konulmaz ki! Kurumuş dudaklarımı bastırıyorum üstüne, yaşça aralıyorum ardında. Yakıcı sıvı ağzıma doluyor, boğazımdan geçirmeden önce orada bekletiyorum biraz. Tat alma duyularıma bayram ettiren sıvı, gırtlağıma değdikçe sarhoş edici bir güzelliğe bırakıyor yerini. Son çırpınışları yanağımda patlayan minik yüreği sustu şimdi. Teşekkürler saflık. Düşüncelerimde bir ninni… # Çoğu kez zihnimde oluşan milyonlarca soru işaretini tek bir cümle yok edebiliyorken, tek bir soru tüm yaşamımı alt üst etmeye yetmişti. Tüm dakikalarımı sorguluyordum artık Her kurbanımda yaşadığım vicdan muhasebesiyle birlikte gelen dondurucu suçluluk duygusunun esiri olmaktan yorulduğumu açık bir biçimde sergileyen gözlerim bu kez sararmış sayfalarıyla kucağımda duran kitabın satırları arasında gidip geliyordu. Bir köşeye saklanırcasına kurulmuştum. Kapının açıldığını, birisinin içeri girdiğini anlatan yumuşak zil sesiyle irkiliyordum her seferinde. Beklediğim kişiyi neden beklediğime dair en ufak bir fikrim olmamasına karşın, sesini duyduğumda rahatlayacağıma emindim. Başımı duvara dayadım, boynumu gıdıklayan pütürlerden ilk kez rahatsız olmuyordum. Sonu gelmez takıntılarımdan biridir, birinin ya da cansız nesnelerin benimle temasta bulunması. Kafa dinlemek için, ölümlülerin baş döndürücü ve iğrenç dünyasından kaçma isteğim bastırılamayacak kadar arttığında gelirdim buraya. Hep aynı köşeye oturur hem kapıyı hem de dükkân sahibesini izlerdim. Boş boş oturmamdan hiç rahatsız olmamıştı fakat halen vereceği tepkileri izliyordum. Kitabın küçük bir köşesinde ırkımla ilgili minik bir bölüm gördüm. Beynime adeta kazıyarak, dikkatle okudum. Aptalca bir efsane olduğunu bildiğime rağmen aklımdaki sonsuz karanlığın içine hapsedilmiş duygularım kıpırdanmaya başladılar. Etraflarındaki zarı zorluyorlardı artık, soğukkanlı olmak adına içime attıklarım artık fazla geliyordu. Gözlerimi kapadım, ilk gördüğüm beklediğim kişinin yüzü oldu. Birkaç sefil sıfatla tanımlamak en büyük haksızlık onun benim içimde uyandırdıklarını. “O” sadece o işte, başka biri değil. Bir köre yeşil renginin nasıl bir şey olduğunu, bir sağıra duygulu bir sopranoyu dinlemenin ne demek olduğunu anlatmaya çalışmak gibi. Kendi çığlıklarım yüzünden korkuyla yerimde zıpladığım, saçlarımı tamamıyla yolduğum –dönüştürüldüğüm anki boyutlarına döndüler- o küçük hücreden nefes almayı bile unutmuş olarak çıktığımda ilk gördüğüm yüz onunki olmuştu. Her zaman oradaymış gibi görünen asil bakışlarıyla karşılamıştı beni. Uzun zaman sonra fark ettiğim yapılı vücudu ise o an olgun yüzünün yanında sönük kalıyordu. Kızıl saçları, uzun günlerden sonra ilk kez gördüğüm sarı ve parlak kürenin altında ateşten kopan parçalar gibi parıldıyorlardı. Keşke öyle saçlarım olsa diye düşünmüştüm ki benim saçlarımda en az onunki kadar kızıl. Kafayı yemenin yani tam anlamıyla sıyırmanın eşiğinden dönmüş biri için kabul edilebilir cümlelerdi onlar. Gerisini hatırlamıyorum umursamıyorum da zaten. Soğuk elim alnıma deyiyor, gözlerim önüne gelen saçları atarken. Korkuyla geri çekiyorum elimi aynı anda tanıdık bir kokuyla kendimden geçiyorum. Zil sesini nasıl oldu da fark edememiştim? Geldi işte. Sakin ol.
1- Anahtar Kelimeniz
A) Düşünürüm B) Hissederim C) İsterim D) Yaparım
2- Zayıf Yanınız
A) Saygısızlık B) Duygusuzluk C) Kaprislilik D) İnatçılık
3- Güçlü Yanınız
A) Sorumluluk Sahibi B) Özgüven C) Zeka D) Duygu Derinliği
4- Tipik özelliğiniz
A) Atılgan B) Gizemli, sezgili C)Maddiyata önem veren D) Neşe veren
5- Eksik yanınız
A) Sabır B) Derinlik, bağlılık C) Atiklik/ Becerikli olmak D) Tutarlılık
Karakter Özelliğiniz: Fiziksel Özelliğiniz: Karakterinizin Burcu: Aile geçmişi:
*Editlenecek.
| |
|
Frøydis Hava Kraliçesi
Mesaj Sayısı : 275 Kayıt tarihi : 28/07/10
| Konu: Geri: OLL Paz Ağus. 15, 2010 8:04 pm | |
| Su Elementi| V. Sınıf Öğrenci | |
|