Elementlerin gücü seni de saracak... |
|
| Element Konseyi Alımı | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Priscilla Su Kraliçesi
Mesaj Sayısı : 271 Kayıt tarihi : 26/07/10 Yaş : 32 Nerden : Wequa
| Konu: Element Konseyi Alımı Salı Tem. 27, 2010 7:47 pm | |
| Ad- Soyad: Yaş: Elementiniz: İstediğiniz bölüm: Örnek RP:
Ek karakteriniz varsa başvurunuzun altına belirtiniz. | |
| | | Harmony Eartha Vélouette
Mesaj Sayısı : 33 Kayıt tarihi : 31/07/10
| Konu: Geri: Element Konseyi Alımı C.tesi Tem. 31, 2010 1:50 am | |
| Ad- Soyad: Crystal Prévela Yaş: 22 Elementiniz: Toprak İstediğiniz bölüm: Konsey Başkanlığı? Örnek RP: - Spoiler:
Gecenin derin karanlığında ilerlerken, parmak uçlarımı hissetmekte zorlanıyordum. Aklımda yılan gibi kıvrılıp duran sorular, kafamı karıştırmaya birebirdi. Ben kimdim? Ölürsem kaybedebileceğim bir şey olur muydu? Küçük sis bulutları, görüş alanımı kapatıyordu. Mavi bir duman... Karşımda uçsuz bucaksız dünya vardı. Ayaklarımın altına serilen, bitmek bilmeyen ve canımı acıtan o sessiz dünya... Ellerim titriyordu. Önümde bir köprü vardı. O kadar büyüktü ki, uçlarını göremiyordum. Sadece bir köprü. Altında, küçük ağaç kütükleri gibi sandalların üzerinde duran çelimsiz, amaçsız ve umutsuz insanlar... Ağaçlar çevremi sonsuz bir duvar gibi sarıyorlardı. Oysa ben gitmek istiyordum. Gitmek ve kurtulmak. Ayaklarımın altında ezilen taşların sesi duyuluyordu. İlerliyordum, sandala doğru. Kurtuluşum o sandalmış gibi, ayaklarımı yürümeye zorluyordum. Korkmak bana yakışmazdı, ben korkak değildim. Ben sadece Olivia'ydım. Ve kendimi seviyordum. Şimdi bile seviyorum kendimi, olanlara rağmen...
Sandal, kıyıya doğru ilerlemeye başladı. Sudaki yansıması bana başka bir günü hatırlatıyordu. Mutlu olduğum bir günü, gerçekten mutlu olduğum bir günü. Geçmişe dönüyor gibiydim sandala binerken. Sandaldakiler, beni özlemiş gibiydiler. O kadar çok değişmiştim ki... Ben Olivia değildim, bambaşka biriydim ve geri dönüyordum. Çocukluğumu geçirdiğim mis kokulu çimenlere, topraklara, başımı gömüp ağladığım profesörlerin olduğu Hogwarts'a... Ve Hogsmeade'e... Özlemiştim, hep özlüyordum. Gözümde tütüyordu. Muggleları sevsem de, alışamıyordum. Ben hep bir büyücüydüm, öyle de kalacağım. Değişiklik hevesi, koyu bir sohbet gibi sarmamalı beni... Yüzümü sandaldaki adama çevirdim. Bu tanıdık yüz, hoş ve hafif çimen kokusu... Onu özlemiştim. Beyazlamış sakalları yüzünü çepeçevre sarıyordu. Saçları, kırlaşmış ve yer yer dökülmüştü. Ama gözler... Gözler hiçbir zaman değişmezler... Masmavi, okyanus mavisi derin gözler... O muhteşem bakışlar beni güvende hissettirmeye yetiyordu. Oysa ben büyümüştüm, çok acı çeksem de, büyümüş ve değişmiştim ben. Hayatın anlamının sadece damarlarımda akan o siyah kan olmadığını anlamıştım. Ne kadar kör olduğumu anlamıştım; ama çok acı çekmiştim. Yanımda olan ise sadece dostum Julia olmuştu...
O kadar yıldan sonra babam değişmişti. Ama benim babam hep benim babamdı ve kalbi hep aynı kalacaktı. Sandal gittikçe denizin ortalarına sürüklenirken, bu küçük tahta yığınının içindeki ikinci kişiye baktım. Gözler, benim gözlerim. Yemyeşil, badem şeklinde küçük gözler... Onları sarmalayan siyah, çok uzun saçları... Onu da özlemiştim. Ailemdi onlar. Ailemin değerini yeni yeni anlayan bir çocuk gibiydim. Ablamın yüzündeki kırışıklıklar önceden yoktu. O kızgın anlam, aşağılayıcı bakış yoktu. Hatamın cezasını çekmiştim, çekiyorum ve çekeceğim; fakat korkmak yakışmıyor bana, ağlamak değil gülmek yakışıyor, vurmak değil, sarılmak ve mutlu etmek yakışıyor. Bunu yeni anlıyordum...
" Siz... Ben... Çok üzgünüm, ne diyeceğimi bilemiyorum."
Kelimeler ağzımdan istemsizce çıktı. Korkuyla... Mutsuzlukla; fakat incitici değildi, bunu aşmayı başarmıştım. Mavi ve yeşil gözler, benim gözlerimle buluştu. Döndüler sonra, endişeyle birbirlerine baktılar. Ağız birliği yapmışcasına, konuşmadılar benimle. Oysa ben onlar için kaçmıştım, onlar için vazgeçmiştim ölüm yiyen olmaktan, onlar için bu çürük tahtadan yapılmış ekşi kokulu sandalın, beni yoğun kıvamlı durgun suda ilerletmesine izin vermiştim. Ben Lord'dan vazgeçmiştim. Hatamı kabul edip geri dönmek istemiştim. Bu kadar zor mu olacaktı? Özlemiştim ben onları, onlardaki aile şefkatini ve birliği özlemiştim. Beni geri mi çevireceklerdi yoksa ömrüm boyunca küs mü kalacaklardı benimle? O sırada garip sesler duydum ve yüzümü korkuyla denize çevirdim. Bir şey göremedim. Ve sonra tekrar duydum ve sesi tanıdım. Tüylerim ürpermişti. Ses, sandala 5-6 metre uzaklıkta olan karadan geliyordu ve gördüğüm manzara beni şok etmişti, jet hızıyla oturduğum yerden kalktım ve acı bir çığlık attım.
" Annem, annem o! Orada! Ne duruyorsunuz? Durdurun şu lanet sandalı! "
Oysa ilerlemeye devam ediyorduk. Babam kötü durumdaydı. Ablam da. Annem çok daha kötü durumdaydı. Durdurmuyorlardı. Annem karada can çekişiyordu ve onlar sandalı durdurmuyorlardı! Haykırmak, denize atlamak ve anneme ulaşmak istedim. Zaten bunu yapmak üzereydim. Üzerimdeki ceketi hızla ve korkuyla çıkardım. Annem! Ya bu sandal duracaktı ya da ben atlayacaktım. Ablam ilk defa konuştu. Gayet sakindi sesi:
" Atla tabi ya. Atlayacakmışsın gibi. Ödleğin tekisin sen. Anneme n'olmuş, umrunda ya sanki. "
" Tabi ki umrumda. Umrunda olmayan sensin. Burada soğukkanlı bir şekilde duruyorsun! Öyle put gibi oturmak yerine, şu sandalı durdurmama yardım et ki annemi kurtarabilelim! "
Adamakıllı sinirlenmiştim. Hem öylece durup, hem de nasıl bana laf söylüyordu? Ardıma bile bakmadan suya attım kendimi. Buz gibi dondurucu su, vücudumun her organına eziyet çektiriyordu. Kulaç atmaya ve yüzmeye çalışırken, denizin içine daha da fazla çekiliyor gibiydim. Sesler, giderek artıyordu. Buz gibi suyla temas etmekten donan kulaklarım, isyan içinde çınlıyordu. Karaya çok yaklaştığımda, yüzemez olmuştum. Meğer karadan ne kadar çok uzaktaymışız; fakat sonunda ulaştım oraya ve yerde inleyen annemin yanına koştum. Kadıncağız harap olmuştu. Onu bu hale getiren şeyin ne olduğunu merak ettim ve kulağına yatıştırıcı sözler mırıldandım:
" Geçecek anne. Ben geldim bak, Julia yanında. Sakın korkma, geldim, kurtaracağım seni. "
Annemin birden ürperdiğini hissettim. Benim sesimi duyunca olmuştu bu. Kuruyan dudakları, bir şey söylemek için açılmış, sesler çıkarmaya çalışıyordu. Konuşmaması için dua ediyordum, yoksa her şey daha kötü olabilirdi. O ise, sadece bir kelime söyledi. Sonraki konuşma, rüyalarımdan kopan bir parça gibi belli belirsizdi, düşünme yeteneğimi kaybetmiştim sanki.
"Olivia."
"Evet anne benim, yanındayım bak. "
" Git buradan, git kızım, sen iyisin, kurtar kendini. "
Annem şimdi son nefesini tüketiyor gibiydi. Ama ağzından kolayca dökülüyordu kelimeler. O konuştukça merakım da artıyordu. Ama konuşamıyordum, ağzımı açamıyordum. Annemin o yeşil gözlerinin kapanmasından, o altın sarısı saçlarının solmasından korkuyordum. Bembeyaz teninin soğumasından ve onun ölmesinden korkuyordum. Ne yazıkki, oldu. Annem, ellerimin arasında, son cümleyi söylediğinde inleyerek ağlamaya başladım:
" Baban seni bulmasın. "
En son Crystal Prévela tarafından Paz Ağus. 01, 2010 10:39 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 5 kere değiştirildi | |
| | | Seth Sullivan
Mesaj Sayısı : 2 Kayıt tarihi : 31/07/10
| Konu: Geri: Element Konseyi Alımı Paz Ağus. 01, 2010 4:28 am | |
| Ad- Soyad: Seth Sullivan Yaş: 22 Elementiniz: Su İstediğiniz bölüm: Kıtalar Arası İşbirlik Dairesi BaşkanlığıÖrnek RP: - Spoiler:
Adımlarım düşüncelerime uymaya çalışıyor gibi hızlıydı. Belki de düşüncelerim adımlarıma uyuyordu. Hep aceleci davranmam, hayattan daha az zevk almamı sağlıyordu. Mutluluklarım, adımlarım gibi hızla gelip geçiyordu hayatımdan. Duygularım da, düşüncelerim de adımlarıma uyuyordu belli ki. Acılarım da hızlı geçiyordu bir yandan, ne kadar acım varsa artık... Acılarımın üzerinde fazla durmazdım. Hiç bile denilebilir, vefat eden yakınımın ardından yas tutmaya uğraşmazdım mesela, varsa intikam alınacak biri gider intikamımı alır ve sadece birkaç gün biraz daha düşünceli olurdum. Düşünürdüm kendi ölümümü, beni kimin öldüreceğini ya da nasıl öleceğimi, öldükten sonra ne ya da neler olacağını. Herkes gibi ihtişamlı bir şekilde ölmek istiyordum ben de, öldükten sonrada ardımda bir şeyler bırakabilmeyi... Birilerinin aklına silinmeyecek hatıralar bırakmayı istiyordum.
Kapının tokmağını çevirerek evime girdim, aile yadigârı orta boy evim; annemin, babamın, büyükanne ve büyükbabamın yaşadığı ev. Bu evde ölümü düşünmemek nasıl mümkün olabilirdi ki? Her bir odasında anne ve babamdan hatıralar, anılar vardı ve her birini gördükçe tekrar kendi ölümüme gidiyordu aklım. Kendi ölümümdü dert ettiğim en büyük şey, bugüne kadar çok kişinin canını almıştım ama hiç birinde dert etmemiştim ne olacağını. Onların yaşayacakları için neden dert etmeliydim ki zaten? Aynı, çektikleri acıdan acı çekmediğim gibi. Belki bir gün biri de bana yapardı aynısını ve ben ölürken, önüme geçip kendi ölümünü düşünürdü katilim. O zaman anlardım neler yaptığımı… Ama şimdi ölümü düşünüp hayatı zindan etmek niyeydi? Zamanı gelince öğreneceğim nasıl olsa.
Mutfağın perdelerini açıp içeriye güneş ışığı girmesine yardımcı oldum. Sıcacık güneş ışınlarının tenime çarpması dokunma hissimi sanki tekrar açığa çıkarıyordu. Ahşap dolabı açtım en alt raftaki cam sürahiyi alıp, tezgâhın üzerine koydum. Portakal suyu hayatımın hızla akması gibi akıyordu bardağın içine, şekilsiz, incelip kısalarak, hızla. Doluyordu bardak sonra, taşacaktı tamamen dolunca. Taşmaması için yeni bardak getirmek gerekirdi, hayata da yeni bir sayfa açmak. Geçmişte yaşadıklarından apayrı, tertemiz bir sayfa.
Sürahiyi yerine koyup bardağı eline aldım. Ağzına kadar dolu, her an taşmaya hazır, her an ölümün gelebileceği gibi. Pencereye doğru yürüdüm, dışarıda hava çok güzel gözüküyordu. En azından bir Şubat günü için güzel bir havaydı. Ama dışarıdan güzel gözüken şeyler aslında gözüktüğünden çok farklı oluyordu, genellikle. Londra’nın sokakları her günkü gibi hareketliydi. Herkesin kendi işi vardı, aceleyle gitmesi gereken bir toplantı, parti veya yemek. Kaldırımlarda karınca sürüsü gibi hareket ediyordu insanlar.
Aralarında duran biri vardı, siyah ceketinin kapüşonunu geçirmişti kafasına ve yüzü belli olmuyordu. Orta boylarda bir adamdı, kaldırım kenarında dikilmiş etrafa bakıyordu. Birini bekliyor gibiydi. Dikkatimi çekmişti bu adam. Arada bir köşelere bakıyor, gelip geçen arabalara dikkat ediyordu. Ama kafasıyla yavaşça birini takip etti, karşı kaldırımda yürüyen başka bir kapüşonlu adamı. Birinci adamın tam karşısına geçip durdu, kafasıyla selam verir gibi bir hareket yapmıştı.
Ne olduysa sonradan gelen adamın selamından sonra olmuştu. Birinci adam aniden bana bakmıştı. Gözleri alev gibi kırmızıydı ve hızla bu tarafa doğru geliyordu. Hızlı yürümesi ceketini havalandırmıştı ve bu, belindeki çomağı göstermişti. Diğer adam da o sırada belinden asasını çıkartarak arabalardan birine savurdu. Araba, hortum yemiş gibi geri uçtu. Havada taklalar atarak gürültüyle iki arkasındaki arabanın üzerine düştü. O sırada çıkan gürültü arabanın arabaya çarpması mıydı yoksa bağrışan kalabalık mıydı bilemiyorum. İsviçrelilerin baskına geleceğini biliyordum. Onlar için çalıştığım süreden sonra onlara karşı casusluk yapıp kaçınca tabii ki peşimden geleceklerdi. Sadece bu kadar gecikeceklerini düşünmemiştim. Belimden asayı kılıç çeker gibi çektim, izlediğim filmlerden olsa gerek demirin demire sürtme sesi gibi bir ses duydum gibime geldi. Arabayı takip ederken birinci kapüşonlu adamı kaybetmiştim. İkincisi ise ortalığı kargaşaya vermiş bu tarafa doğru geliyordu. Asayı elimde sımsıkı tutarak kapıya doğru koştum. Meyve suyu bardağının yere düşmesi ince sesler yığını çıkarmıştı. Tam kapının önündeydim ki dışarıdan bir bağırma duydum “Maxima!” Son anda son adımımı geriye alıp köşede durdum. Paramparça olan kapının yığınları koridoru mahvetmişti, uçuşan parçalardan biri lambaya, birkaçı duvardaki çerçevelere isabet ederek etrafa yeni cam kırıkları saçmıştı. Asamı adamın olması gereken yere doğrultarak “Sersemlet!” diye haykırdım. Hayatım gözlerimin önünden geçmeye başlamıştı, sadece ölmek üzereyken değil ölüme yaklaştığımı sandığımda da oluyordu bu. Küçüklüğüm, okulum, en sevdiğim öğretmen ve arkadaşlarım hepsini bir saniyede tekrar yaşamıştım. Duvarın arkasından tekrar ortaya çıkmıştı adam, kapüşonu arkaya düşmüş siyah kıvırcık saçları ortaya çıkmıştı. Sert ve emin bir bakışı vardı bu bakış beni daha da sinirlendirdi, eğer biri birilerini öldürecekse ki öyle gözüküyordu, bu ben olmalıydım.
“Crucio!” Bunlar kesinlikle iyi adamlar değillerdi ve kesinlikle birileri ölecekti bugün. Ölmem asıl şimdi düşünmem gereken şeydi ama vaktim yoktu çünkü ölümü düşünmek öldürecekti beni “Azeumai!”.Bu adamların bakanlıktan olmadığı belliydi. Şuana kadar peşine sadece bakanlık adam takmıştı ama bu adamların stili farklıydı. Öldürmekten çekinmiyorlardı öncelikle ve yasak büyülere de aldırmadıkları belliydi. Tekrar haykırdım “Sersemlet!” büyüyü yollar yollamaz geri çekildim ama sesi kesilmişti adamın, birkaç saniye durduktan sonra yığılma sesi gelmişti. Kafamı hafifçe uzatıp baktım asası elinden düşmüştü, yerde ölü gibi yatıyordu, biraz önceki kendinden emin ifadesinden eser kalmamıştı şimdi suratında. Sinirli de bakamıyordu, ağzını yarım açmış kuzu gibi yatıyordu yerde. Şimdi onu düşünerek vakit kaybetme sırası değildi, yeni ayak sesleri duyuluyordu. İkinci kapüşonlu adam olmalıydı gelen, uzaktan arkadaşını görmüş olmalıydı ki durdu. Yavaş adımlarla yaklaştığını hissedebiliyordum. Şimdi sıra ondaydı onun da ölmesi gerekiyordu.
“Ned!”
Hogwarts’a başlamadan önce bir Muggle okulunda okutulmuştum, o zamanlar bilmiyordum insanların ikinci yüzlerini. İyiliksever bir çocuktum ve insanlara güvenirdim. Bir sınıf arkadaşım vardı hiç unutmadığım, en yakın arkadaşımdı. Çok fazla arkadaşım olmamıştı zaten okulda, her zaman bana büyük maceralar yaşamak istediğini anlatırdı. Bir çeteye katılmak ve güçlü olmak istediğini dile getirirdi her fırsatta. Geçenlerde haber almıştım, sadece hayallerini gerçekleştirdiğini söylemişti mektubunda ve en yakın zamanda görüşmek istediğini.
“Ned...”
| |
| | | Priscilla Su Kraliçesi
Mesaj Sayısı : 271 Kayıt tarihi : 26/07/10 Yaş : 32 Nerden : Wequa
| Konu: Geri: Element Konseyi Alımı Paz Ağus. 01, 2010 11:52 pm | |
| | |
| | | | Element Konseyi Alımı | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|