Her zamanki gibi çok sıkılmıştım boş durmaktan. Bu yüzden atmıştım kendimi her zaman gittiğim barıma. Kesinlikle benim için tasarlanmış bir yerdi. Tavanı kimsenin ulaşamayacağı kadar yüksekti ve şamdanlar sarkıyordu. Bu şamdanların en önemli özelliği ise etrafı ampulle değil mumlarla -hatta kokulu mumlarla- aydınlatıyor olmalarıydı etraflarını. Bu, romantik bir etki bırakıyordu insanda. Tam barmenin önündeki sandalyeye oturmuştum. Herkesi görebiliyordum buradan. Sevgilileriyle gelmişti çoğu; sevimli, birbirlerine sonsuza kadar bağlı kalacaklarını sanan çiftler. Ne kadar tatlı! Bir bakışımla onları ayırabileceğimi ve hayranlar sürüme ekleyebilecek olduğumu bilmem acı bir durum. Bir de çapkın çocuklar vardı tabii. Kızları kullan-at dan başka bir şey olarak görmeyen yakışıklılar. Kızlara yavaşça yaklaşıp kendilerini tanıtıyorlardı sonra da odalarına götürmek için bin bir numaraya başvuruyorlardı. Sizi öldürmek sonra da kalbinizi çıkarıp emmek ne kadar güzel olurdu biliyor musunuz? Bir gün denemeliyim, topluma birazcık faydam dokunsun.
İnsanları gözden geçirmem bitince barmene dönüp siparişimi vermiştim.
“Sek vodka lütfen.”İlk kez bu bara geldiğimde, isteğim karşısında afallamıştı barmen. Yirmilik bir genç kızın böyle bir şey içmesi normal değildi kimsenin gözünde. Ama artık tanıyordu beni ve dönüp de bir kelime etme gereği duymadan, istediğimi veriyordu hemen.
Ah ne kadar sıkıcı bir hayat! Her gün aynı olaylar, amaçlar… Birini peşine tak kanını iç, canın isterse öldür ya da bir daha işine yarayabilmesi için özgür bırak. Gerçekten sıkıldım artık, değişikliğe ihtiyacım var ama hayattan bir beklentim ya da önceden yapmamış olup da şimdi yapabileceğim yeni hiçbir şey yok! 173 yıl uzun bir zaman, denemediğim bir şey yok sanırım Dansa en ufak bir yeteneğim olmamasına, hatta felaket olmama rağmen tango, bale gibi bütün dans türlerinde uzmanlaştım –hatta baleden zevk aldığım bile söylenebilir sanırım.
İşte tam bunları düşünürken bana doğru yürümeye başlamıştın elinde iki kadehle. En taze kanla doluydu kadehler… Hayattaki tek zayıflığım yani açlığıma bir davetiyeydi bu, kendimi asla tutamayacağım şeydi, kan. Ama ben onların farkında bile değildim, gözüm sadece bana bakan mavi gözlerindeydi, okyanusun kıskanacağı, göklerin seni bu yüzden öldürmek isteyeceği mavilikte gözlerinde… O an neler hissettiğini hiçbir zaman çözemedim, şefkatle bakıyordu gözlerin, sanki beni sevebilirmişsin gibi; biryandan da gözlerimin derinlerine iniyordu bakışların, sanki bir sorunun cevabını arıyordun gözlerimde. Ama bir şeyden emindim, kesinlikle nefret yoktu o mavilikte. Gözlerimi gözlerinden alabildiğim zaman ise o biçimli burnuna takılmıştım. Tanrıçamız kesinlikle sana bir ayrıcalık tanımıştı, daha önce kimseyi görmemiştim her şeyi böylesine harika olan. Bir ressamın en çok özendiği tablosuydun sen… Sonra dudaklarına inmişti bakışlarım, o muhteşem dudaklarına. İşte o an zor tutuyordum kendimi yerimden kalkıp seni öpmemek için, o dudaklara yapışmamak için... Sanki rüyadaydım, bütün bunlar gerçek olamazdı, böyle biri var olamazdı!
Yanıma oturman ve kadehi bana uzatman sağlamıştı gerçekliğe dönmemi. Tam yanımdaydın, tenimiz birbirine değiyordu –kim tahmin edebilirdi barların sıkış tepiş olmasından bir gün mutluluk duyacağımı. Sana bakmaya devam ederek bir yudum aldım kadehten, kaybolmuştum koca evrende sanki. Başım dönüyordu mutluluktan, sarhoş olmuştum resmen! Daha tek bir kelime etmemiştin ve ben sana böylesine tutulmuştum. Vampir cazibesi diye buna diyorlar herhalde. Ağzını açıp
“Selam Lyyd, ben Murphy.” dediğinde ise kalbim ağzıma gelecekti sanki. İnsanın içine böylesine işleyen bir ses duymamıştım daha önce. Sonradan farkına varmıştım dediğin cümlenin.
“Selam Lyyd” Bir şeyler kesinlikle tersti. Bir saniye geçmiş gibi gözükse de çok kafa patlatmıştım kulağıma neyin yanlış geldiğine. Bulduğumda ise dünyalar benim olmuştu adeta, adımı biliyordun! Hatta adım bile değil, direk dostlarımın beni çağırdığı şekilde seslenmiştin bana. Sonra bir ses duymuştum
“Adımı nerden biliyorsun?” diyen.
Kim konuştu! Sesin benden çıktığını anlamam için baya bir zaman geçmesi gerekmişti. Farkına vardığımda ise çok kızmıştım, kendime… Neden böyle ters bir cevap vermiştim ki? Acaba şimdi benimle konuştuğuna pişman olup gidecek miydin? Ah, çok salağım! Ama sen hiç bozuntuya vermeden cevap vermiştin.
“Bir süredir seninle konuşmak için fırsat kolluyordum, bu süre zarfında ise seni baya bi izleme imkânım oldu diyelim. Rahatsız ediyorsam eğer gidebilirim.” Gitmek mi, neden? Ah tabi, terslersen çocuğu olacağı bu! Ama sen eğleniyor gibiydin, gülümsüyordun. Bu ne demekti şimdi? Gidebilirim diyordun ama gülümsüyordun… Karşımda tüm muhteşemliğinle oturduğun için zaten tüm dikkatim dağınıktı, bir de kelime oyunlarıyla kafamı karıştırıyordun. Artık ipleri elime almanın zamanı gelmişti.
“Gerek yok, neden rahatsız olayım? Peki beni izleme amacın neydi, bunu öğrenebilme şansına erişebilir miyim acaba?” Yine biraz tersler gibi olmuştum ama artık olayların farkındaydım, bakışlarımı kullanarak elde ettim istediğim şeyi. Daha farklı bakmaya başlamıştın bana. Evet, güzel, her şey benim kontrolüm altında yine. Cevap vermek için bekledin bir süre, gözlerimin içine bakıyordun.
“Tabii ki erişebilirsiniz ama bu kadar meraklanmanıza değecek bir durum olmadığını söylemem gerekir. Şimdi söyleyeceğim şeyi daha önce kaç kere duymuşsunuzdur sadece tahmin edebiliyorum ama yine de şansımı denemek istedim. Sizi ilk bir barda gördüm, üstünüzde de sizi sarıp sarmalayan kırmızı bir elbise vardı. Bir ay önce olmuştu sanırım bu bahsettiğim olay. O günden beri sizi takipteyim diyebilirim.” Ah, tabii ki ilk defa başıma gelmiyordu bu olay ama daha önce beni bu kadar etkileyeni çıkmadığına eminim. Bir cevap bekliyordun benden, bir yandan da beni inceliyordu mavi gözlerin. Bahsettiğin günü de hatırlamıştım ayrıca. Canım sıkılmıştı ve birkaç erkeği peşime takmak için girmiştim o bara. Keşke o gün gelip konuşsaymışsın benimle, şu ana kadar neler yapmış olabilirdik… Hala bana bakıyordun.
“Evet, ilk değilsin gerçekten de. Peki şansını denerken düşündüğün şey neydi? Ne olmasını bekliyorsun şu an?” Verdiğim cevaplardan hoşlanmadığın belliydi. Daha önce kim böylesine harika bir insana böyle ters cevaplar vermiş olabilirdi ki zaten? Hala tepkiliydim sana karşı, amacını tam olarak anlayamamıştım henüz. Merak ediyordum ne istediğini benden; ve sen de bana istediğim şeyi, sorumun cevabını verecektin.
“Aslında istediğim belli bir şey yok, sadece dikkatimi çektiniz ve size vurulduğumu düşünüyorum, hepsi bu.” Cümleni bitirmek üzereyken belirdi dudağındaki o gülücük, cümlen bittiğindeyse gerçekten gülüyordun. O mekânı aydınlatan bir güneş gibiydin, bir pozitif enerji kaynağıydın sen. Sana bakmak istedim ölene kadar. O kadar güzeldin ki!
“Anlıyorum. Ben de aynı şeyleri senin için söyleyebilirim sanırım. Ancak birine bağlanmayı çok saçma buluyorum o yüzden gidebilirsin. Senin gibi birinin vaktini burada boşuna harcamasını istemem.” Neler diyordum ben! Onu resmen kovdum! İyi oldu aslında; daha 5 dakika bile olmadı tanışalı, neden onunla bir şey yaşayayım ki.
“Önemli değil. Zaten senin gibi muhteşem bir varlığın tek bir partnerinin olması kadar saçma bir şey düşünemiyorum.” Sonra yanıma daha çok yaklaşmış ve yüzümün yarısını kapayan saçlarımı ellerinle kulağımın arkasına koymuştun. Doğrudan gözlerimin içine bakıyordun artık. Yanaklarımı okşamaya başladın, meraklı bir keşfedişti sanki bu senin için. Ah, ne kadar iyi gelmişti bu dokunuşların. Yıllardır hissetmemiştim böyle şeyler, herkes beni seviyordu ama aramızdaki kesinlikle farklıydı.
“İzin verirsen bir şey soracağım?”Tabii ki. İzin istemek ne demek? İstediğini sorabilirsin bana!
“Buyur, sor bakalım.” Arada kalmıştın, çok iyi anlıyordum bunu yüzünden. Az önce yaptığın şeylere karşı verdiğim tepki seni çok sevindirmişti ve böyle soğuk konuşmamı beklemiyordun.
“Şu an seni öpsem, tepkin ne olurdu?” Hala insan olsaydım, yüzüm alev alev yanıyor olurdu herhalde. Tepkim ne mi olur dememe kalmadan burnunun sıcaklığını hissetmiştim burnumda. Eğilmiştin bana doğru, ellerin yüzümü kibar bir şekilde tutuyordu ve hala bir cevap bekliyordu gözlerin.
“Hadi durma…” Ve işte beklediğin an gelmişti. Öpmeden önce gözlerindeki o sıcaklığı ve gülümsemendeki başarmışlık ifadesini görmüştüm. Sonrasında ise… Dudakların buluşmuştu benimkilerle. Tıpkı hayal ettiğim gibiydi hatta daha güzel…
Lütfen sonsuza kadar sürsün bu, lütfen… Ama sürmedi, biri elimden almıştı onu artık dudaklarını hissetmiyordum dudaklarımda. Gözlerimi açtığımda gördüm rezaleti. Beni bir türlü unutmayı başaramamış eski sevgilim duruyordu karşımda. Ne zaman kafasına sokacak hiçbir zaman onunla gerçekten bir ilişki yaşamadığımı acaba! Tam da zamanında gelmişti yani saolsun.
“Nathan! Ne işin var burada ve ne yaptığını sanıyorsun!” Murphy’i üstümden çekmiş ve dövmeye başlamıştı, salak. Orada Murphy’e çok sinirlenmiştim ama sonra bu olayı konuştuğumuzda Nathan’ın vampir olduğunu fark edemediğini ve bu yüzden kendini açığa çıkaracak bir şey yapmadığını söyledi, yani temkinli davranmıştı.
“Seni bu kahrolası şeyden kurtarıyorum işte, daha ne istiyorsun! Yine benim olacaksın Miranda!” Iyhh, iğrençsin. Böyle biriyle nasıl görüşmüştüm ben ya? Onun olduğumu söylemeye ne hakkı vardı? Ben kimsenin değilim, aksine herkes benim!
“Gider misin, Nathan! Artık seninle birlikte değilim, hiç olmadım, bir daha da asla olmam. Nasıl böyle bir hata yapmışım bilmiyorum!” Nathan dediklerimin şokundan kurtulamadığından mıdır bilmiyorum ama hareket edememişti, donmuştu adeta.
“Hala anlamadıysan açıklıyım kısaca ne demek istediğimi. Elveda Nathan!” Bunu duyunca kendine geldiğini gördüm, anlamıştı bu sefer ne demek istediğimi ve kızgındı. Neyse ki Murphy de fark etmişti bunu. Yüzüne ve göğsüne sert birkaç geçirip duvara itince olay noktalandı. Burası insanlara özel bir bölgeydi ve daha fazla ileri gidemezlerdi. Nathan’da zaten son hızla barın kapısından çıkmıştı. O çıkınca koşup kendimi Murphy’nin kollarına atmıştım. Bardakiler olup bitenin şokundan yeni çıkmıştı ve bana acıma dolu bakışlar gönderiyordu, çok korktuğum için bir erkeğin kollarına atladığımı düşünüyorlardı. Korkmuş muydum peki? Hayır tabii ki. Sadece ondan o kadar süre uzak kalmak içimi acıtmıştı ve o da bunun farkındaydı.
“Kimsenin değilsin ha? Bunu göreceğiz.”