Kaveh Kreios
Mesaj Sayısı : 333 Kayıt tarihi : 31/07/10 Yaş : 104
| Konu: Kaveh Kreios C.tesi Tem. 31, 2010 2:37 am | |
| Ad- Soyad: Kaveh Kreios Örnek Rp:
- Spoiler:
Sabahın ilk ışıkları, bu küçük insan kabilesini sıcaklıkla selamlıyordu. Korunaklı bir vadinin ortasında kurulmuş çadırları ve özensizce dikilmiş direklere bağlı atlarıyla moderniteden oldukça uzak bir kabileydiler. Saatin erkenliğine rağmen, istisnasız herkes ayaktaydı ve liderin çadırının etrafında toplanmışlardı. Her biri, bir başkası tarafından duyulmaktan korkuyordu; ama hiç biri de endişelerini bir başkasına fısıldamadan edemiyordu. ‘Ya bu da kız olursa?’‘Umarım yaşlı Jerael bu kez amacına ulaşır.’‘Bu da erkek değilse, Jerael ölür ölmez kan gövdeyi götürecek!’Saatlerdir ayakta dikiliyordu hepsi. Geceyarısı, liderin hanımının çığlığıyla uyanmışlar, kadının doğuma yakın olduğu haberiyle heyecanlanmışlardı. Bu çocuk, kabilenin geleceğini belirleyecekti. Eğer dört kardeşi gibi , bu da kız olursa; geleneklere göre kabile liderliği başka bir soya geçmeliydi ki, bu soyun hangisi olacağına ancak kılıçlar karar verebilirdi. Yine geleneklere göre, kabileden hiç kimse beşten fazla çocuk yapamazdı. Çünkü bir soyun sınırsızca üremesi, o soyun güçlenmesi demekti ve bu ileride problemlere yol açabilirdi. Kısacası bu, kabile lideri Jerael’in son şansıydı. Yoksa hepsini kan dolu günler bekliyordu. Birkaç saat sonra gergin bekleyiş sona erdi. Lider Jerael, bir kahraman edasıyla çadırın içinden çıktı ve elindeki minik bebeği kaldırabildiği kadar yukarı kaldırıp haykırdı:‘Yürekli kabilem! Benden sonra size yoldaşlık edecek yiğidi selamlayın!Onun adı…’Heyecandan çocuğa bir isim vermeyi unutmuştu. Neyse ki, hayatı boyunca ona yardım eden şansı yine yanındaydı. Gökyüzünde bir başka parlayan sapsarı, yakıcı güneşi gösterip,‘…Onun adı Anárion!’ diye bitirdi cümlesini. Kimse bu ismi yadırgamamıştı, şayet Anárion, güneşten gelen demekti. Herkes diz çöküp gelecekteki liderlerini selamlarken, kabilenin ruhani lideri ellerini yukarı doğru açtı ve haykırdı:‘Bahtı açık olsun!’Oysa ki genç Anárion ’un geleceği, en karanlık geceden bile daha siyahtı…-----16 YIL SONRA-----Güneşin en kuytu köşeleri bile aydınlattığı bir yaz sabahında, çalgılar etrafı inletiyor, yemek kokuları aç midelere adeta işkence ediyordu. Irmak kenarına yakın bir düzlüğün ortasına kurulmuş sofrada kuş sütü bile eksik değildi. Masanın bir ucunda saçları ve sakalları bembeyaz olmuş Jerael ve hanımı oturuyordu; diğer ucunda ise tüm bu kutlamaların sebebi, genç ve yakışıklı Anárion vardı. Lider Jerael ayağa kalktı ve hemen tüm çalgıcılar enstrümanlarını bıraktılar. Yaşlı adam boğazını temizleyip konuşmaya başladı:‘Evet halkım. Tek oğlum, liderliğimin varisi Anárion bugün on altı yaşına geldi. On altı yıllık ömrü boyunca; kabilemizin en iyilerinden kılıç dersi aldı, töremizi öğrendi ve çeşitli ilimlerle haşır neşir oldu. O, artık bir çocuk değil, en az benim kadar güçlü ve olgun bir savaşçı. Ama geleneklerimizin gerektirdiği gibi bunu kanıtlaması lazım. Bu nedenle on altı yaşına giren her kabile erkeği gibi, o da bir takım testlerden geçecek, hatta tahtın varisi olduğu için onu bekleyen daha zor görevler de var. Önce bu günü kutlayalım ve artık isyanın eşiğinde olan midelerimizi tıka basa dolduralım. Daha hep beraber, gelecekteki liderimizin yeteneklerine ve gücüne tanık olacağız! Keyfinize bakın!’Jerael sözünü tamamlayıp yerine oturduğunda, tüm çalgıcılar yine vargüçleriyle enstrümanlarını çalmaya başladılar. Masadakiler ise iştahla yemeklerini yiyorlar, içkinin ve tütünün keyfini çıkarıyorlardı. Bir rüya gibiydi sanki, mutluluk dalgaları tüm yürekler üzerinde hakimiyetini sağlamıştı. Lakin çok da uzak olmayan bir ormanda, çok geçmeden hepsinin hayatını değiştirecek şeyler oluyordu. Yemekler yenmiş, çalgılar çalınmış, içkiler içilmiş, doyasıya eğlenilmişti. Sırada heyecanla bekliyen Anárion vardı. Artık rüştünü kanıtlaması, gerçek bir erkek olduğunu halkına ispatlaması gerekiyordu. Babası, annesi, savaşta ve yönetimde yetkili olan kişiler ve de muhtemelen gelecekte hanımı olacak tek aşkı Loranys de izlemeye geleceklerdi. Hayatında hiç olmadığı kadar heyecanlıydı Anárion. Testte karşısına çıkacak şeyleri kolayca yapabileceğini biliyordu, ama yine de heyecanına hakim olamıyordu. Bütün kabile onu izlerken nasıl rahat olabilirdi ki? Bir süre sonra babası Jerael kalktı ve kabileye seslendi:‘Takdir edersiniz ki, bir lider her türlü silahı iyi kullanabilmeli ve birçok dövüş sanatına hakim olmalıdır. Anárion, ilk görevin basit. Birazdan bir kafes dolusu kartalı gökyüzüne salacağım, bunlardan en az beş tanesini yayınla indireceksin. Hadi bakalım göster kendini!’ Anárion yayını eline aldı ve birkaç metre ötesindeki kafese şöyle bir göz attı. Bütün kabile, kafesin etrafında geniş bir çember oluşturmuştu. Bir kartalın seyircilere saldırması riskine karşın, kabile okçuları yaylarını germiş, tetikte bekliyorlardı. Genç Anárion, kafesten birkaç metre uzaktaydı. Görebildiği kadarıyla kafeste yaklaşık on kartal vardı. Yayını eline aldı, sadağından üç tane oku yaya geçirip yeterince gerdikten sonra:‘Hazırım, kafesi açın!’diye haykırdı. Babası, kılıcının bir hamlesiyle kilidi kırıp, kartalları havaya saldı. Gözleri, bir şahininki gibi keskin olan Anárion, kartallar henüz yükselemeden, önceden germiş olduğu yayı bıraktı ve üç ok, fişek hızıyla fırlayıp üç kartalı yere indirdi. Hiç vakit kaybetmeyen genç savaşçı, sadağından iki oku tekrar yayına taktı ve birbirlerine yakın uçan diğer iki kartalı da öldürmeyi başardı. Anárion elini tekrar sadağına götürdüğünde babası durmasını işaret edip sözü devraldı:‘Genç adam. Bir lider güçlü olduğu kadar, mütevazı da olmalıdır. Bu testi geçmen için beş kartal yeterli…’diyerek gülümsedi. Tüm kabile alkışlayarak ve çılgınca bağırarak Anárion’u takdir ettiklerini belirttiler. Jerael sol elini nazikçe havaya kaldırarak, sessizlik talep etti. Yaşlı boğazının elverdiğince haykırarak konuşmaya devam etti:‘Sırada, kuşkusuz çok daha tehlikeli bir test var. Bu nedenle savaş arenamıza doğru ilerlemeliyiz. Kimse kurtlara yem olmak istemez…’Jerael’in sözlerini bitirmesiyle kabile mensupları yine barbarca bir çığlık kopardılar. Anárion ise mutluluk ve heyecan karışımı, tuhaf bir ruh hali içerisindeydi. Fırsat buldukça gözlerini biricik aşkı Loranys’e çeviriyordu. Ondan güç alıyordu adeta…Bir süre sonra tüm kabile, savaş arenasının yüksek oturaklarında yerini almıştı. Anárion ise aşağıda, çimenlerin üzerinde heyecanla kurtların salınmasını bekliyordu. Babası emri verince, bir asker, çim sahanın girişindeki kafesi açtı ve içindeki bir sürü kurt çılgınca dışarıya fırladılar. Anárion bir elinde kılıcı, diğer elinde kalkanı, heyecan içinde kurtların yeterince yaklaşmasını bekliyordu. Saldırması gerektiğine karar verdiğinde kılıcını kaldırdı ve bir saplama hamlesiyle en öndeki kurdun bağırsaklarını deşti. Hiç vakit kaybetmeden kılıcını yana doğru açıp, kalkanını vücuduna sabitleyerek kendi etrafında bir tur döndü. Bu hamleyle birkaç kurdu aynı anda öldürmüş, bazılarını da yaralamıştı. Bir kurdun arkasından saldırmak üzere fark edince kalkanını var gücüyle hayvanın suratına geçirdi ve kafatasını kırdı. Önüne dönüp kalkanı kalan altı kurttan birinin üzerine fırlattı. Hayvan acı dolu bir inlemeyle yığılıverdi. Geriye beş kurt ve kalkanından yoksun Anárion kalmıştı. Beş vahşi kurda karşı kalkansız savaşmak, ancek gerçek bir erkeğin yapacağı işti. Anárion çok geçmeden kalan kurtları da temizledi ve testin bu bölümünü de geçti. Sırada en zor ve en belirleyici test vardı. Bu test sadece lider olacaklara uygulanırdı…Jerael, oğlunun ve ölü kurt sürüsünün yanına, arenaya indi ve kafasını yukarıdaki seyircilere doğru çevirip konuşmaya başladı:‘Evet! Fazla söze gerek yok. Bu çocuk kılıcı ben de dahil, gördüğüm her insandan daha iyi kullanıyor. Bu nedenle ona ikinci bir ad veriyorum: Herumer!’Bu isim, kabilenin dilinde, kılıcı iyi kullanan, şöhretli kılıç ustası, anlamına geliyordu. Halk bu ikinci ismi anlayışla ve coşkuyla karşıladı. Çığlıklarıyla, bu kararı onayladıklarını belirttiler.‘Şimdi sırada en zor ve en önemli test var. Bir erkek, özellikle bir lider, atı iyi kullanmalıdır. İz sürmeyi çok iyi bilmelidir. Silahları olmadığında, tırnaklarıyla savaşmalıdır. Sadece kılıcına değil, yüreğine de güvenmelidir. Kampımızın batısındaki, Balar Ormanı’nda bu ölü kurtlardan çok daha tehlikeli ve yırtıcı hayvanlar var. Oraya gidip de benim gibi sağ çıkan pek az kişi vardır. Şimdi sıra oğlumda. Lider olmak istiyorsa, kendini kanıtlamalı. Anárion, elinde silah olmadan, sadece atıyla ormana gidecek ve bir aslanı öldürüp buraya getirecek! Orman oldukça karanlık ve tehlikeli, bu nedenle kimseyi gelmekte zorlayamam. Lakin kendi gözlerinizle tanık olmak isterseniz, hayır diyemem!’Bir süre sonra Anárion, Jerael ve hanımı, kız kardeşleri, kabilenin ileri gelenlerinden birkaç kişi ve de Anárion’un biricik aşkı Loranys ormana doğru ilerliyorlardı. Anárion, Loranys’e defalarca gelmemesini söylese de , genç kız dinlememişti, sevgilisini en önemli gününde yalnız bırakmak istemiyordu. Masmavi ırmağı dört nala geçip, karanlık ve kasvetli Balar Ormanı’na girdiler. Akşam karanlığının çökmesiyle hava bozmaya başlamıştı, ormanın her tarafından vahşi hayvan sesleri geliyordu. Babası ve diğerlerinin yanında korumalar olduğundan pek sorunları yoktu, şayet onlar kılıç kullanma ya da kalkan taşıma konusunda kısıtlanmamışlardı. Lakin Anárion’un elinde, yerde bulduğu sivri bir odundan başka bir şey yoktu. Üzerindeki zincir zırhı bile çıkartmışlardı arenada. Sadece Anárion değildi gergin olan, burası gerçekten tehlikeliydi, özellikle geceleri. Loranys’in endişe dolu bakışlarına, rahatlatıcı bir gülümsemeyle cevap verdi genç adam, becerebildiği kadarıyla. Atından inip, meşalesini yere doğru yaklaştırarak yürümeye başladı. Bir aslana ait ayak izleri bulması gerekiyordu. Yaklaşık bir saat sonra aradığı izi buldu Anárion. İz sürme konusunda oldukça iyiydi doğrusu. Hangi ayak izi, ne tür bir canlıya ait; izler ne kadar zaman önceden kalma, bunların hepsini bir bakışta anlayabiliyordu. Ezilmiş çimen izlerini takip ettikçe heyecanı daha da artıyor, hedefe yaklaştığının bilinciyle elindeki sivri odunu daha sıkı tutuyordu. Acele etmesi gerekiyordu çünkü yağmur damlaları yavaş yavaş hızlanıyordu ve su, tüm izleri yok edebilirdi. Uzakta, ormanın dayandığı dağların dibinde bir mağara girişi gören Anárion keyifle gülümsedi. Hedef, muhtemelen oradaydı. Durumun bilincinde olan Jerael, Anárion’a tek başına gitmesini söyledi, şayet yardım etmeleri geleneklere saygısızlık anlamına gelirdi ve de savunmasız insanları bir aslanın dibine götürmenin alemi yoktu. Genç adam bakışlarını önce babasına, sonra annesine en sonunda da Loranys’ine çevirip atına bindi ve hızla sürmeye başladı.Mağara, her ne kadar yakında gözükse de, dengesizce büyümüş yabani çalıların ve bitkilerin ardında kalıyordu. Buradan atla, ya da yürüyerek geçmek imkansızdı, elinde bir kılıç olmadan da bir geçit açamazdı. Bu nedenle yolu epey uzayacaktı. Orman gerçekten karanlık ve kasvetliydi. Yağmur da hızını epey artırmıştı. Her taraftan sarkan, dengesizce büyümüş bitkilerin uzantıları, huzursuz edici hayvan sesleri, yerleri doldurmuş ağaç parçacıkları ve iğrenç böcekler... Bir insanın bulunmak isteyeceği son yerlerden biriydi. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu ve Anárion beş dakika süren bir at yolculuğu sonunda mağaranın girişine varmıştı. Tam atını kenardaki bir ağaca bağlıyordu ki bir çığlık kanını dondurdu:‘Anárioooooon! Kaç!’Bu Loranys’in sesiydi. Genç adam şokun etkisiyle birkaç saniye öylece kaldı, daha sonra kendini toparlayıp gerisingeri, ailesini ve sevgilisini bıraktığı yere doğru at sürmeye başladı. Arkasındaki mağaradan çılgınca fırlayan aslanı umursamadı bile. Hayatında hiç sürmediği kadar hızlı sürüyordu, öyle ki peşinden gelen aslan artık görünmüyordu. Yağmur yüzünden meşalesi tamamen sönmüştü ve elinde saçma bir odun parçasından başka bir şey yoktu hâlâ. Anárion atını sürdükçe, kulağına daha önce hiç duymadığı sesler gelmeye başladı. Vahşi ve kin dolu sesler… Genç adamın yüreğini korku salmıştı, on altı yaşında olmasına rağmen hala bir çocuk olduğunun şimdi farkına varmıştı belki de. Yeterince yaklaştığında atını saldı, şayet çelik sesleri kulaklarında çınlıyordu ve daha önce hiç karşılaşmadığı tuhaf ışıklar fırlıyordu etrafa. Genç savaşçı, ağaçların etrafında ve çalıların arasında gizlenerek ilerledi ve gördükleri karşısında şoke oldu. Bir yanda insana benzeyen , fakat daha uzun ve garip görünümlü yaratıklar vardı ve karşılarında da savaştıkları mermer beyazı bir deriye sahip, çok daha çevik bir tür… Anárion neye uğradığını şaşırmıştı, daha önce ne bir elf, ne de bir vampir görmüştü doğrusu. Birkaç elfin vampirlere karşı yaptığı büyülere tanık olunca, genç adamın kanı dondu. Nereye düşmüştü böyle? Loranys’i de mi öldürmüşlerdi, yoksa kaçmayı başarabilmişler miydi? Korku içinde kalan Anárion, saklandığı yerde öylece donup kaldı. Çıktığı anda bir elfin büyüsüne kurban gidebilirdi, ya da bir vampirin ziyafeti olabilirdi, ki bu yaratıkların kan içtiğini az önce kendi gözleriyle görmüştü. Lakin burada daha fazla durmanın anlamı yoktu, Loranys’i koruması gerekiyordu. Saklandığı yerden fırladı ve en yakınında savaşan vampirin sırtına elindeki tahta kazığı vargücüyle soktu, vampirin yere düşen kılıcını eline aldı. İki ırk o denli nefretle savaşıyorlardı ki, aralarına sızmış bu insanın farkına bile varmamışlardı. Karanlığın ve parlak sihirli ışıkların da bu duruma katısı yok değildi. Anárion , korku ve nefretin beraberinde getirdiği çılgınlıkla, vampir ya da elf yoluna çıkan herkesi kesti, koluna saplanan birkaç ok umrunda bile değildi. Genç adam çılgınca koşuyordu, tek amacı sevgilisini, annesini, babasını görebilmekti. Şans eseri savaşın en yoğun halde yaşandığı bölgeyi yara almadan geçti ve bir süre sonra gördüğü manzara karşısında yıkıldı. Babası kanlar içinde yerde yatıyordu. Etrafında kafası bedeninden ayrılmış birkaç vampir vardı. Annesinin üzerinde hiçbir kan izi yoktu, lakin cesedi garip bir biçimde deforme olmuştu. Kız kardeşlerinin dördünün de cansız bedeni parçalara ayrılmıştı.Genç adamın yüreğini korku ve nefret dalgası sardı. Bacakları delicesine titriyordu, midesi ağzına gelmişti ve ağlamasına ramak kalmıştı. Kafasını biraz daha sağa çevirmeye korkuyordu. Biliyordu, Loranys’in cansız bedeni de orada olacaktı. Gözlerini kapattı ve tüm yüreğiyle genç kızın sağ olmasını diledi. Hayatında hiç olmadığı kadar samimiydi belki de tanrılara karşı. Güçlükle yutkundu ve gerçekle yüzleşecek kadar cesaretini topladığında gözlerini açtı. Bembeyaz tenli, sırma saçlı, biricik aşkı Loranys’in cansız bedeni, bir elfin ve bir vampirin cesetlerinin arasında öylece duruyordu. Kızın sonuna kadar açık masmavi gözleri, dehşet hissinin en somut haliydi. ‘Hayııııııııııııııııııırrrrr!’diye haykırdı genç adam.‘Tanrı’m, hayır...’O kadar çabuk gelişmişti ki olaylar… O kadar çabuk kaybetmişti ki elinde varsa… Her şey oyun gibi geliyordu ona şimdi. Şimdi kalkacaktı Loranys, uzandığı yerden ve gülerek sarılacaktı ona. ‘Sen bilinen en yürekli lider olacaksın!’ diyecekti her zaman yaptığı gibi. Babası yarın, bir törenle kendisini lider ilan edecekti. Liderden lidere aktarılan Yüce Ruh Kılıcı’nı ilk kez alacaktı ellerine. Loranys’in cansız bedenine doğru güçlükle birkaç adım attı ve en sonunda dizlerinin bağının çözülmesine engel olamadı. Kızın cesedinin dibindeki vampir ve elf leşlerini nefretle, bir hamlede uzağa fırlattı. Sevgilisinin iki vampir dişiyle kirlenmiş bembeyaz boynunu, kendi göğsüne dayadı ve sapsarı saçlarına gömdü burnunu. Gözlerini kapadı ve bildiği herkese lanet okudu. Onu hayata getirene, sevdiklerini öldürenlere, kendisini yaratana, kendisini buraya getirene, yaşama, ruhlara ve suçlayabileceği diğer her şeye… Bitmek bilmeyen acıyla kavrulurken ve hiddet dalgası en ince damarlarına kadar yayılırken, zorlukla fark etti Anárion seslerin kesildiğini. Savaş bitmişti. Kim kazanmıştı şimdi? Elfler mi? Çevresine birçok elf cesedi görüyordu; pek de kazanmışa benzemiyorlardı… Vampirler mi? Hayır, gördüğü kadarıyla pek çoğunun kafası, gövdelerinden koparılmıştı. Kimin kazandığını bilmiyordu ama, kaybeden kendisiydi. Annesi, babası, kız kardeşleri ve hayatının anlamı yoktu artık. Sevdiği insanları gömememek ne büyük bir acıydı. Savaşta ölmek, kabiledeki en yüksek mertebeydi ve savaşta ölenler için tören yapılmasının gereksiz olduğunu düşünürdü büyükler. Çünkü zaten ruhları ödüllendirileceklerdi. Bir yaratıcının var olup olmadığından da artık büyük bir şüphe duyan Anárion, sevgilisini gömmese bile, cesedini biraz uzakta, birkaç yaban gülünün arasına, bir kayanın dibine götürdü. Koluna saplanmış okları çıkarttı ve sevgilisinin beyaz elbisesinden bir parça koparıp, yarasının üzerine bağladı. Haykırmak istemiyordu, ağlamak istemiyordu, yaşamak da istemiyordu. Tek istediği yok olmaktı, birden toz olmak. Sadece kaybolup gitmek sonsuzluğa ve gerçekliğin tüm acısından sıyrılmak… Saatlerce cansız bedenin başında, yerinden bir milim dahi kıpırdamadan bekleyen Anárion güneşin ilk ışıklarıyla yerinden kalktı. Bir ceset gibi görünüyordu, soğuk ve cansız. ‘Elveda, bir tanem...’dedi güçlükle ve gözlerinden dökülen yaşlara engel olamadan sevgilisini sonsuza dek terk etti. Ne yapacağını bilmeden ormanın derinliklerine doğru yürüyor, anlamsız bir ifadeyle etraftaki cesetlere bakıyordu. Yaşayıp yaşamadığından bile emin değildi… O, tepede parlayan güneş miydi? Neden bu kadar parlak ışıldıyordu, olanları görmüyor muydu? Ya cıvıldayan kuşlar! Neden bu kadar neşeliydiler? Tanrı aşkına! Olanları umursayan kimse yok muydu etrafta? Kimse yardım etmeyecek miydi? Böyle mi bitecekti yani? Bu muydu hak ettiği? Bunun için mi göndermişlerdi onu dünyaya? Bunun için mi yaratılmıştı? Hayır, kesinlikle böyle bitmeyecekti… Donuk gözlerini etraftaki cesetlerden gökyüzüne doğru çeviren Anárion sanki orada hesaplaşması gereken biri varmışcasına sessizce fısıldadı:‘Böyle bitmeyecek… Elbette böyle bitmeyecek, bu kadar basit olamaz değil mi? Böyle değil, hayır, böyle bitmeyecek...’Konuştukça kendine geliyor, nefret dalgaları damarındaki kanı yakıyor, yüzündeki anlamsızlığın yerini pis, sinsi bir ifade alıyor ve sesi gittikçe yükseliyordu…‘Hepsinin hesabını soracağııııım! Hepinize göstereceğiiiiim! Hepinizeeeeee! Soysuz piçleeeeeeeeer! Lanet olası hayvanlaaaar! Hepinizin kafanızı gövdenizden ayıracağım! Köylerinizi basacağım! Kadınlarınızı becereceğim! Elinizde ne varsa alacağım ben! Hepinizi benim gibi yapacağım! Hepiniz benim gibi olacaksınız. Keşke hiç doğmasaydım diyeceksiniz. Hepiniz…’
Elementinizin hangisi olduğunu belirlenmesi için aşağıdaki soruları çözünüz.
1- Anahtar Kelimeniz
D) Yaparım
2- Zayıf Yanınız
D) İnatçılık
3- Güçlü Yanınız
B) Özgüven
4- Tipik özelliğiniz
A) Atılgan
5- Eksik yanınız
D) Tutarlılık
Karakter Özelliğiniz: Kaveh, kafasına koyduğunu yapma konusunda biçilmiş kaftandır. Bir şeyi yapmaya karar verdiyse onu vazgeçirmeniz neredeyse imkansızdır. Çileden çıkarıcı inatçılığı ise, insanları kendisini ikna etmekten uzak tutar. Kaveh'e bir şeyi yapmamasını söylerseniz, o şeyi daha çok yapmak ister. Bu nedenledir ki yasaklarla arası hep kötü olmuştur. Girdiği ortamlarda atılgan kişiliğiyle dikkat çeker. Hiç çekingen değildir, sadece biraz soğuktur. Çünkü kalabalığı pek sevmez, sükuneti ve yalnızlığı tercih eder. Bu konuda tutarlı olduğu pek söylenemez aslında. Kimi zaman kendini gürültülü, eğlenceli bir ortamda bulduğunda birden içinde orayı terk etme hissi doğabilir. Kısacası değişken bir ruh haline sahiptir, duyguları pek de kontrol edilebilir değildir. Bu bir dezavantaj olduğu gibi aynı zamanda avantajdır da. Çoğu insan, onun duygularını sezmekte güçlük çeker, çünkü Kaveh'in kendisi bile bu konuda zorlanır kimi zaman. Bazen kendini sinirli ya da üzgün hisseder, fakat kendisine neden böyle hissettiğini sorsanız cevap veremez. Özgüven konusunda ise Kaveh ile yarışacak insan sayısı azdır. Her ne kadar bu aşırı özgüven kendisini kimi zaman aptal durumuna düşürse de , hayatının büyük bir bölümünde işine yaramıştır bu özelliği. İnsanlarla ilişki kurmada, bir işi başarmada, kendine duyduğu saygıda, özgüveni her zaman Kaveh'e katkı sağlamıştır. Bu nedenledir ki, Kaveh'le alay etmek ya da onu aşağılamak isteyen insan büyük ihtimalle başarısız olacaktır. Çünkü Kaveh'in özgüveni neredeyse ciddi bir egoizm seviyesine varmıştır, hafif derecede narsizmden bile söz edilebilir. Kaveh'in en eksik yanı tutarlılıktır. Bu, insanlarla olan ilişkilerini bile kimi zaman zedeler. Eğer ki Kaveh size bir gün çok iyi davranıp, ertesi gün defolup gitmenizi söylerse şaşırmamanız gerekir. Şayet değişken duygularından ve kestirilemez ruh halinden dolayı, Kaveh'in kararları ve istekleri de sürekli değişmektedir. Bu nedenle bugün sizi yanınızda isteyip, yarın istemeyebilir. Aşk hayatında bile bunu pek sık yaşar Kaveh. Birçok sevgilisinden, geçimsizlik sebebiyle ayrılmıştır. Daha doğrusu terk edilmiştir. Çoğu kız Kaveh'in garip tavırlarından ve değişken ruh halinden bunalmış ve onu terk etmiştir. Neyse ki yüksek özgüveni, Kaveh'in her zaman kendini hızla toparlamasına yardımcı olan bir etken olmuştur. Kaveh oldukça hırslı biridir. Aslında bu hırs, biraz da aşırı özgüveninden kaynaklanmaktadır. Kendine aşırı derecede güvendiği için, her şeyi yapabileceğine inanır ve bu konuda da bitmek bilmeyen bir azimle çalışır. Öyle bir azimdir ki bu, Kaveh'i bir hırs küpüne bile döndürebilir. Kendini deyim yerindeyse dış dünyadan izole eder ve sadece işine odaklanır. Böyle durumlarda yapılması gereken Kaveh'den olabildiğince uzakta durmaktır, yoksa istenmeyen durumlar yaşanabilir. Ayrıca Kaveh'in yenilgiyi kabullenme konusunda da ciddi sorunları vardır. Bunun başlıca sebeplerinden biri de kendine yenilgiyi yakıştıramamasıdır.
Fiziksel Özelliğiniz: Ünlümü seçince dolduracağım burayı. Bir sorun olmaz sanırım. Beş dakikaya seçerim zaten... Karakterinizin Burcu: Boğa Aile geçmişi: Burayı da kurgudan sonra doldururum. Kurguyu bilmeden aile geçmişi oluşturmak caiz değildir.
| |
|