Acımasız evren haşminin kurbanı Stanley Soveniour, cumartesi sabahının tadını çıkarıyordu. Ekstra hardallı, kızartılmış sosisler ve ilk defa hasarsız haşlamış olduğu yumurtaları mideye indirirken, bir tebessüm oluştu yüzünde. On beş yaşında da böyleydi, düzenin bir parçası olarak. Tek fark, annesinin öğünleri hazırlamasıydı. Tam dokuzda aldığı taze ekmek kokusunu duyumsadı. Fazlasıyla dakik bir kadındı Josette Soveniour, bir saniye bile kaçırmazdı. Babası Frank ise kafein kaynayan kahvesiyle ömrünü kısaltmayı ve gazetesini okumayı severdi. Sıradan bir aile gibi görünebilirlerdi; ama değildiler. Babasını, teyzesi Anja ile ilk gördüğünde, on altı yaşında ve okulun inek öğrencilerinden biriydi. Şimdiki biçimine göre fazlasıyla cılız ve korkak bir çocuktu. Babasına gerçeği hiçbir zaman söylemedi, Josette'ın gülüşünün tükenmemesi için. Canlı sesiyle attığı isterik kahkahalar, evin neşesi olmuştu hep. Frank ve Anja'nın birlikte oluşlarına defalarca tanıklık etti. Normal birinden içine kapanması beklenirdi; ama Stanley, ters tepki gösterdi. Profesörlerin idolü Stanley, zamanla listelerden düştü ve çevresi genişledi. Kendine bakmayı öğrendi, hatta kas yaptı. Sevgilileri olmaya başladı, partilere gitti. Dudakları çoğu sıcaklığı tattı, elleri de. On altı yaşında kız arkadaşıyla sevişti ve acıdığını söyleyen kız arkadaşını anlayışla karşıladı. İnsanlar olgunlaşır, yaralar alır ve değişir. Stanley, değişse dahi, anlayışlı bir erkekti. Mastürbasyona başladı; ama genç kızı bırakmadı. Kızla ayda bir sevişiyorlardı; ama kızın kaldıramadığını anımsıyordu. Kendi arzuları için değil, acısına dayanamadığı için, sevdiği tek kızı bıraktı. Ona bir açıklama yapmadı, yapamadı. Gerçeği söyleseydi, kız acımadığını ve istediğini söyleyecekti; ama Stanley biliyordu. Bu yüzden gitti ve pisliğin tekine dönüştü. Sıradan olmayı yeğler miydi, bir fikri yoktu. Yine de anın kıymetini bilirdi. Gömdüğü mahrem hatıraların dirilmemesi için canını verebilirdi. Kesinlikle yersiz bir düşünce olduğunun bilincine vardığı an, gülüş havaya karıştı. İradesinin bu denli güce sahip olduğu için mutluydu. Masumiyetin de olsa, gölgeler siyahtır. İştahının kesildiğini farkedince, yatağına döndü. Başını kuş tüyü yastığa gömdü, gece enerjisini uykudan aldı. Benden sana tek hatıra, çoktan hafızalardan silinmiş, iki satır söz. Çoktan unutulmuş, kimsede iz bırakmamış iki kelime. Benden sana hatıra, yüreğimde bir yerlerde cayır cayır yanan ateşin korlarıyla yazılmış, iki satır cümle, gözyaşlarına karışmış. Bir de yüzlerin çoktan silindiği, güneşin tenimize vurup, aydınlattığı günlerden kalma kahkahalar. Benden sana tek hatıra; ama çoktan unutuldular.
Yataktan doğruldu ve başucundaki shot bardağını saniyeler içinde, tok bir sesle, boş olarak bıraktı. Gözlerini ovuşturdu ve deri saatine baktı. Saati görünce, mutluluk ve şaşkınlık konusunda kararsızdı. Tamı tamına on saat ve huzurlu uyumuştu. Normal düzeni ise on dokuz saat seks ve beş saat uykuya aşinaydı. Üzerinde sadece boxer vardı; ama terlemişti. Beyaz yorganı tamamiyle sıyırdı ve altına kot pantolonunu geçirdi. Kemerini taktıktan sonra tişörtünü giydi ve saçlarını karıştırdı. Merdivenleri çevik bir şekilde inerek, alt kata geldi. Klübünün üst katında yaşaması rahat hissettiriyordu. Açılmalarına yaklaşık yarım saat vardı ve striptizci kızlar, direklerine çoktan yerleşmişlerdi. Çarpık gülümsemesiyle neredeyse çıplak kızları, hepsiyle yatmış olmanın rahatlığıyla süzdü. Normalde yanlarına gider, hatta popolarını şaplaklardı; ama kendini barda buldu. Barmen Joel'dan eser olmaması şaşırtıcı değildi, Tasha'nın peşinde olduğunu biliyordu. Tatlı bir yüze sahipti; ama cılız bir gençti Joel. Tasha ise sarı parlak saçlara sahip bir periydi. Stanley karşısında muma dönen Natasha için Joel, fazlasıyla toydu. Önündeki viski şişesine uzandığı an, ensesinde hissettiği dille ürperdi. Başını hızla çevirdi ve dansçı kızlardan biri olan Myra'nın karşısına çıktığına şaşırmadı. Stanley bambaşkaydı bugün. Fazlasıyla haşin bir kız olan Myra'ya ısırıklarla cevap vermektense, tebessüm etmeyi tercih etmişti. Kumral kız daha on yedi yaşındaydı; ama fazlasıyla olgundu. Tasha, Giselle, Savannah ve diğerlerinden kat kat olgundu hem de; ama Stanley'nin isteksizliğiyle afallamış olduğu barizdi. Sağ kaşı istemsizce havaya kalktı Myra'nın. Sesi sakin; ama merak doluydu. “Sorun ne?” Sorun neydi, o da bilmiyordu. Elini saçlarına gömdü ve önüne döndü. Şişeden alacağı güçle, sağlam bir bahane uydurmalıydı. Myra yalanlara kolay kanmazdı ve ne olduğunu kendi bile bilmiyorken, anlatması mümkün değildi. “Göğüslerin.” Dedi alayla ve gülümsedi. Kızın vücudu çok güzel olabilirdi; ama küçük göğüslerinden kendi de şikayetçiydi. Damarına basarsa, çekip gideceğini biliyordu. Ayağa kalktı ve genç kadına yaklaştı. Kızın açılan ağzıyla oynadı ve üst dudağını ısırdı. Sonra kulağına doğru eğildi ve fısıldadı. “Yeterince büyük değiller.” Ardından pis pis sırıttı ve kızın şampuanının kokusunun burnuna dolmasına izin verdi. Vanilya ve çilek, aşık olduğu iki kokuydu. Yine de kız ona cazip gelmemişti. Myra kırılmışa benzemiyordu, Stanley'nin kusurlarla ilgili şakalarına alışkındı. Dudaklarını emdi ve yerine geçti. Saat tam on olmuştu, Joel'a kapıyı açması için talimat verdi ve her metrekaresine aşina olduğu kulübü gezmeye başladı. Her gece gelen birkaç ayyaş ya da oda isteyen genç çiftler aynıydı; ama... Gözüne ilk çarpan genç kız oldu. Büyük ihtimalle daha yirmisine bile basmamıştı, körpe görünüyordu ve taze kokusunu, yarım metreden algılayabiliyordu Stan. Tasha kadar güzel saçları ahenk kelimesinin öbür adıydı ve kıvrımlı hatlara sahip vücudunu, cüretkâr biçimde sergileyecek tutkular kadar kırmızı bir elbiseyle sarmıştı. Ona garip bir biçimde Michelle'ı anımsatmıştı. Aşık olduğu tek kızı. Michelle kadar güzeldi; ama Mich çok farklıydı. Her zaman anlayışlı oluşuna özenmişti, hayatı hafife almasına da. Yaşam doluydu, evren onun için çalışıyordu. Tanıdığı en mükemmel insan olmuştu ve öyle de kalacaktı. Daha fazla geçmişi kaldıramazdı, dans eden kızdan kaçtı.
Bir sürü melek görmüştü Stanley, güzel melekler. Kadınların inanılmaz varlıklar olduğunu bilirdi. Zamanla açgözlüleşip, her meleği günaha bulamıştı. Kendi günahlarını meleklerde bırakarak ilerlemiş ve şimdi durmuştu. Eskiyi hisseden birinin, ani refleksi olarak, kabuğuna çekilmişti. Bara geri dönecekti, yüzünü yıkadıktan sonra. Odasına çıktı, su ile dirildi ve tekrar indi aşağıya. Tanrı'nın işlerine akıl erişmiyor ya, kız oradaydı. Bar taburesi üstünde adeta parlıyor ve bütün bakışları üzerine çekiyordu. Yalnız olması şaşılacak bir durumdu. Narin parmaklarını, bardak üzerinde dans ettiriyordu. Tasha'ya sırılsıklam aşık olduğundan şüphe duyulmayan Joel bile ona bakıyordu. Belki de sadece sevgilisi tarafından terkedilmiş ve acıyı azaltmak için alkole başvurmak istemişti. Michelle gibi. Kızın alkolik olduğunu işitmişti. Kendinden bir daha nefret etti Stanley ve bir daha, hiçbir etkisi olmamıştı yine. Kendini ona yaklaşırken buldu. Melek değil miydi sahi, kendine çekmesi gayet de olağandı. Şanslı biriydi Stanley, kutsanmamış; ama şanslı. Melek gülümsemişti ona. Aşk acısı ihtimalini listeden silmişti. Onu tavlamaya çalışan herhângi bir kız olmadığı ne malumdu? Kızın yanındaki tabureye göz dikmiş bir ton erkeğin tereddütünden arınmış bir şekilde oturdu. Kızı elde etmek için uğraşmadı, çarpık gülümsemesinden eser yoktu. Uğraşmak istemiyordu ya, Tanrı her adımında önünü kapamayı hobi bilmişti. “İçerdeki çoğu adam gibi, gömleğinin düğmeleri hızlıca iliklenmiş değil ya da vücudunun görünen kısımlarında ruj izleri yok.” Sesi Michelle'a benzemiyordu. Çok daha ince ve narindi. Pabucunu dama atmak değildi, gerçeklerdi sadece. Michelle'ın sesi güzel değildi, kelimelerinin anlamı güzeldi. Ağzı güzeldi, dişleri, düşleri. Güzeldi işte. Kız kendini işaret etti. Hafif bir gülümseme oturdu yüzüne Stanley'nin, devam etti. “Bu, senin birine deli gibi sadık olduğunu mu kanıtlar yoksa iflah olmaz bir çapkının, bu gece bir şeyler istemediğini mi gösterir?” Gülümsemesi devam etti, kızın eşliğiyle. Önündeki shot bardaklarından birini kaptı ve önce dışını önündeki limon suyuna batırdı, sonra da tuza buladı. Tuz ile sıvanan bardağın kenarlarını yaladığında mutlu oluyordu. Ağzına kadar tekila doldurduğu bardağı direk içti ve önündeki yarım limonlardan birini ağzına attı. Aşina olduğu rüzgâr vücudunu yaladı. Limonun ekşi tadı, üzerinden geçen ürperti dalgasının sebebiydi. Yüksek müzikte kıza sesini duyurabilmesi için, bağırması gerekti. “Buranın sahibi olduğumu gösterir.” Yüzünde pek de ukala sayılmayacak bir ifade vardı. Kızın biten bardağını gördü ve bir shot da kıza hazırladı. Kaygan bar zemininde yolladı bardağı. Burayı ilk açtığı zamanlar, barmen de oydu. Kızların etkilendiği numaralar, oyuncağı gibiydi. İkinci bardağı doldururken, gülümsemeye devam ediyordu. Bardağı dudaklarına dayamasına saniyeler kala konuştu. “Ve küçük hanımın da burada olmasının, kızların müşterilerini baştan çıkartmak dışında bir nedeni olmalı.” Ardından ikinci bardağı da midesine yolladı. Su gibi içiyordu; ama sabah uyandığında ölü gibi hissedeceğinin de bilincindeydi. Üzerlerinde olan bakışlara inat, kız dışında hiçbir şeye bakmıyordu.