Evita Magt
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Elementlerin gücü seni de saracak...
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
Yönetim Kadrosu
Kader A10 Kader Adri10 Kader Hannah10Kader Ed-wes10

 

 Kader

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Darya Schmitz

Darya Schmitz


Kadın Mesaj Sayısı : 166
Kayıt tarihi : 03/08/10
Yaş : 30

Kader Empty
MesajKonu: Kader   Kader EmptyPaz Ağus. 08, 2010 7:04 am

Üzülmeye eğilimli olan bizler miydik, yoksa hayat egolarına yenik mi düşmüştü? Cevabı verilmesi gereken sorulardan yalnızca biriydi bu. Kimsenin düşüncesini somutlaştıramayacak olması acıydı. Cevabı verilemeyecek şeylerde düşünmek hata mıydı, yoksa herkeste olması gereken gayret mi? Bir şey olmuyorsa zorlamalı mıydı, bırakmalı mıydı? Ben zorlardım. İmkansızın olmadığına gerçekten inanıyordum. En dipteki kutunun, en altına saklanmış bile olsa, her şeyin bir cevabı vardı ve Tanrı, cevapları bulmamız için var etmişti bizi. Yani büyük oyununda, küçük piyonlardan ibarettik. Şah da oydu, vezir de, at bile oydu. Kalelik seviyesine geçebilmekti tüm çabam. Bunlar İncil'den ayetler değil ya da Katolik Kilisesi'nde yetiştirilmedim. Sadece düşünülmeyen şeyler hakkında teoriler yaratmaktan zevk alıyorum. Belki de farklı olmak çabam, bilmiyorum; ama Darya Schmitz bu, ben buyum. Siz sevin ya da sevmeyin, umrumda değil. Gerçekten.

Ne yapacağımı şaşırmıştım. Hiç ahım şahım bir insan olmamıştım zaten; ama bu sefer farklıydı. Şu dillere pelesenk olmuş ve aşinalığa mahkum ‘Boşluktayım.’ kalıbı var ya, o kalıba tam oturuyorum işte. Uğruna yaşayacak neyim var diye düşünüyorum çoğu zaman. Başta hiç diyorum, hayat gibi ben de bir hiçim. Sonra yanıma Gabriel geliyor, aşk hayatımın nasıl gittiğini soruyor ve etek giymememe rağmen, boyun kısa olması gerektiği hakkında yorumlar yapıyor. Ardından ben soruyorum aşk hayatını, aldığım cevap ‘Sen daha küçüksün, cimcime.’ oluyor. Koca evin içinde birbirimizi kovalıyoruz ve en sonunda beni yakalıyor. Sanırım kaderim bu, yenilen taraf hep ben oluyorum. Sadece bu yenilginin sonucu huzur verici, güçlü kollarının arasında gözlerim kapanıyor ve huzurlu bir uyku, ruhumu sarmalıyor. Sanırım Gabriel olmasa çoktan ölmüştüm. Monica ve Jason Schmitz, annem ve babam gibi.

Gideni geri getiremezsiniz, her ne kadar isteseniz de lanet düzen değişmez ve boynunuz bükük kalır; ama devam edersiniz. Etmelisiniz. Eğer etmezseniz yenik sayılırsınız çünkü. Yaşamın amaçsız olduğunu iddia edersiniz; ama basit kılan, aynada belirginleşir. Değişim, her şeyin olmasa da çok şeyin parçasıdır. Hiçbir şey aynı kalmaz, evren değişmeye devam eder, sadece üzerine kurulu olduğu sistem aynıdır. Doğmak, yaşamak ve ölmek. Üç evreden ibaret yaşamın, ipleri sizdedir. İntihar edersiniz ya da bebeğinizi aldırırsınız. Bunların uğruna verilecek savaş bellidir, yenik düşmeniz için çeşitler vardır. Arzular, sevinçler, hüzünler, öfkeler, kısaca duygular. İstediğiniz kadar inkâr edin, kimse duygusuz değildir. Sadece bastırılmışlardır, beklediği yolda, engel olarak çıkar karşıya. Peki engelsiz yaşam mı daha Başta rahat olan engelsizi seçersiniz, ardından monotonluğun içinde boğulursunuz. İnsan kaderi, yaşamı çekici kılan şeydir. İyi ya da kötü. Bunun bilincine on dokuz sene ardından varabilmem güzeldi. Cefakâr kader artık sözlüğümde olmayacaktı. Belki biraz zorlarsam şansa bile inanacaktım; ama ikinci şansa asla. Belki kimse kusursuz değildi; ama ikinci şans, gerçekten fazla kusurluların muhtaçlığıydı. Ekmekleri önüne niçin atmalıydı? Üçüncü şansı bekleyecekleri için mi? Tıpkı bir köpeğin daim açlığı gibi. Biten yaşamlara karşın, hiçbir zaman bitmeyecekti bu döngü, biliyordum. İkinci şansı hakedenler hata yapmamış ve yapmayacak kişilerdi, dolayısıyla ikinci şans yoktu.

Turuncu ve sarıya boyanmış, yorgunluğu; ama aynı zamanda da umudu temsil eden yapraklara baktım. Paletimin renkleri kadar canlıydılar, doğaya hayran kalmamak mümkün değildi. Kendini tuvale hapsetmiş ve siyah boyaların gözünün önünden akmasını öylece izleyen biri miydim ben? Hayır, ben beyazdım. Benim hayallerim vardı, gerçekleşecek olmaları ya da olmamaları umrumda değildi. Hiçten fazlasına sahiptim. Kambur yürüyüşümü, omuzlarımı ve göğüslerimi dikleştirdim. Yeni yaşam felsefeleri, dışarı da yansımalıydı. Dört sene boyunca sadece resimle uğraşmış ve yeteneksiz Darya Schmitz ile alakam olmadığını görmeliydiler. Peki gerçekten böyle miydi, ben mi kendimi kandırıyordum? Saniyelik umudun sönmesine fırsat tanımadım. ‘Evet.’ demeyi sevip, ‘Hayır!’ demeyi de bilecektim. Yapraklardan ve resimle ilgili düşüncelerimden uzaklaştım ve ilerlemeye devam ettim. Labstra çok kalabalıktı ve bildiğim tek bir sakin yer vardı. Cafe Hyrè, oraya düzenli olarak giderdim. Eski ve servisi yavaş bir yerdi, ilgi görmemesi bundandı. Yine de yalnızlık ve sükût beni cezbediyor ve oraya yönelmemi sağlıyorlardı.

Kafeye geldiğim an itibariyle, yoğun kahve kokusunun kurbanı oldum. Kafein bağımlısı biri için enfes bir kokuydu. Ve işte dudaklarım geriliyordu. Gülüyordum, hafif bir coşkuyla olsa da. Tek garson olan John hızlı sayılmazdı, siparişimi kendim verirsem, yarım saat içinde kahvemi yudumluyor olabilirdim. Adımlarımı sıklaştırdım ve büyük mermer tezgâha yaklaştım. John, kahve makinesine dövercesine vuruyordu. Hadi ama! Şaka mıydı? Hatlarım gerildi ve dudaklarım çizgi hâline geri döndü. Bana dönen John, hayal kırıklığımı görmüş olacak ki omuzlarını silkti. Renginin attığını farkettim, herkes benim kadar anlayışlı olmayacaktı ve bir sürü müşteri kaybedecekti. Hafif bir tebessüm eşliğinde, olabildiğince tatlı bir sesle konuştum. ‘O zaman sıcak çikolata istiyorum; ama beyaz ve bol şekerli olsun.’ Moral verme çabam işe yaramış gibiydi. Gözleri parlayan adam, fincanı kaptığı gibi içeri gitti. Tırnaklarımla, mermerin üstünde bir ritim tutturdum ve hafifçe bir şarkı mırıldandım. Bu, Vladimir'in en sevdiği şarkıydı. Muhteşem bir piyanist olan genç adam, yüzümün neşesini sömürdü. İsterik bir nefes almamla John'un gelmesi bir oldu. Servis hiç olmadığı kadar hızlıydı. Cebimden bozuklukları çıkarırken, John iki küp şeker attı kahveme. Onun için bol şekerli kavramı bir şekerdi ve bugün torpilli olmalıydım. Bana göz kırpan adama parayı uzattım ve arkamı dönmemle beraber, dengem kayboldu. Kendimden uzun birine çarpmış ve üzerine çikolatamı dökmüştüm. Tanrım, işe yaramaz bir sakardım! Sıcaklığı fincandan bile algılabiliyordum, kim bilir adamın hâli neydi? ‘Ah! Şey, ben...’ Ne demeliydim? Klasik özür kelimeleri dillendirecektim ve adamın aksi olmamasını umacaktım. Güzel bir gün sayılırdı, kendi ellerimle mahvetmek istemiyordum. Yerdeki kırılmış fincandan başımı kaldırdım ve kime çarptığıma baktım. An itibariyle afalladım ve bütün kaslarım gevşedi. Anárion dibimdeydi ve sık nefesini tenimde hissediyordum. Kalp atışlarım hızlanırken, heyecanımı belirgin kılmayacak şekilde konuşmayı denedim. ‘Anárion, selam!’ İstemeyerek de olsa bir adım geri gittim ve yüzümde şapşal bir gülümseme kaldığından emindim. Genç adamı görmek bile beni heyecanlandırıyorken, bu yakınlıkta verdiğim tepkiyi garipsemiştim. Sonuçta o da bir insandı, değil mi? Bana Tanrı olmadığını söyleyin! ‘Tam bir baş belasıyım, gerçekten özür dilerim.’ Kurabildiğim cümleler ne kadar etkileyiciydi bilmiyorum; ama elimden en fazla bu kadarı geliyordu. Dikkatimi toplamak için gözlerimi tekrar devirdim. Fincan! John içerideydi, fincanı görürse sinirleneceğini biliyordum. Kırık parçaları dikkatlice topladım ve tezgâha bıraktım. Anárion'a bakacak cesaretimin olmaması ne kadar acıydı. Derin bir nefes aldım ve dudağımı ısırdım. Kendime gelmeliydim. O kadar yenilikten sonra bir erkeği de kaldırabilirdim, kaldırmalıydım. ‘Temizlememe izin ver derdim; ama onu bile beceremem. Tek yapabileceğim, karşında rahatsız edici bir şekilde dikilmek ve özürler yağdırmak.’ Doğrular, doğrular, doğrular... Realistliğim etkisini yitirmemişken, John gibi omuz silktim ve ellerimi iki yana açtım. Nefes düzenimi yerine oturtmak için susmaya karar verdim. Adamın gülümsemesi için her şeyimi verebilirdim. Kahvenin sıcaklığı, onu ne kadar yakmıştı? Benim yüzümden acı çekmesine katlanabileceğimi sanmıyordum. Sakinleşmeye çalışırken, bacaklarım titremeye devam ediyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anárion Herumer

Anárion Herumer


Mesaj Sayısı : 24
Kayıt tarihi : 06/08/10
Yaş : 104

Kader Empty
MesajKonu: Geri: Kader   Kader EmptyPaz Ağus. 08, 2010 9:29 pm

Soğuk bir sonbahar gününü geçirmek için Labstra, kuşkusuz Anárion için en uygun yerdi. Doğayla iç içe olan bir şehir ve harika kafeler… Bir ressam için oldukça iyi bir malzemeydi doğrusu, ilham perilerini kendine çekebilmesi için bariz bir fırsattı burası. Şehrin sokakları sararmış yapraklarla örtülüydü ve karanlık bulutlar gökyüzüne hakimdi. Birçok insanın ‘iç karartıcı’ olarak nitelendireceği bu manzara, Anárion için hiç de öyle değildi. Yapraklara basarken çıkan çıtırtılar, içe işleyen soğuk rüzgar ve insanı iç dünyasına hapsolmaya zorlayan kasvetli gökyüzü genç adamı daha da mutlu ediyordu. Hayatı renkli ve yaşanılası kılan da bu tür farklılıklardı zaten. Her mevsim sıcak ve güneşli olsaydı, yazın ne anlamı kalırdı ki?



Çevresine şöyle bir baktı Anárion, pek de mutlu gibi görünmüyordu insanlar. Onları anlamakta her zaman zorluk çekmişti genç adam. Bir türlü neşelenemeyen, binlerce asık surat… Herkesin kayıpları vardı, sorunları vardı, ulaşılamaz istekleri ve hiç bitmeyecekmiş gibi gelen ızdırapları. Fakat bunların hiçbiri, bu kadar somurtmak için geçerli bir sebep değildi. Yaşam bunlardan ibaretti zaten, insanın görevi bunlarla savaşıp yoluna devam etmekti; suçu dünyaya atıp, suratını asıp, bir köşeye çekilmek değil. Bir türlü anlam verememişti genç adam buna. Ya insanlar fazla karamsardı, ya da kendisi fazla iyi. Fakat bildiği bir şey vardı ki, o karşısındaki insanlar hiç de iyi görünmüyorlardı; Anárion ise halinden memnundu. Belki de insanlarla arasındaki bu büyük farktan dolayı pek fazla dost edinememişti. Duygusuz olmalarıyla meşhur hava ırkının insanlarından biri olarak, çevresindekiler tarafından hep ‘fazla iyimser’ olarak değerlendirilmişti genç adam. Hatta açık bir şekilde ötekileştirilmişti. Bundan olsa gerek kendini resimlere adamıştı çocukluğundan beri. İnsanların istediği, çılgıncasına arzuladığı fakat asla sahip olamadığı o herkesin mutlu olduğu dünyayı resimlerde yaratmak çok daha kolaydı. İnsanlar Anárion’u kendileri gibi karamsar yapmaya çalışırken, Anárion’un resimlerinde herkesin mutlu olacağı bir dünya yaratmak istemesi ne kadar da ironikti…



Genç adamın tek problemi yalnızlıktı belki de. Kimse kendisi gibi iyi kalpli değildi, insanları çok yapmacık ve kasıntı buluyordu açıkçası. Konuştuğu, düzenli olarak görüştüğü ve kelimenin tam anlamıyla samimi olduğu pek az insan vardı bu yüzden. Karşısındakinde gördüğü bir kötü davranış sonrası, hemen soğuyordu o kişiden Anárion. İyi kalpliliğiyle kazandığı dostlukların çoğunu, karşısındakinin düşüncesizliği birkaç saniye içinde yok ediyordu. Pek fazla beklentisi yoktu kaderden, istediğini almak için elinden geleni yapıyordu zaten. Ama insanların kalbinde biraz daha anlayış olsaydı, onu daha mutlu yapardı şüphesiz. Biraz daha anlayış genç adama, ütopik hayallerinin bir gün gerçek olabileceği konusunda umut verebilirdi.



Elinde birkaç karakalem çiziminin olduğu dosyayla mütevazı binaların arasındaki daracık sokaklarda yürümeye devam ederken, ellerinin soğuktan uyuştuğunu hissetti genç adam. Uçarak da gelebilirdi aslında buraya, fakat yürümek rahatlatıyordu onu. Pek de haz etmediği diğer insanlara daha ait hissediyordu kendini. Dosyayı koltukaltına sıkıştırarak, boşta kalan ellerini birbirine sürttü. Bir fincan kahve fena olmazdı doğrusu, biraz daha yürürse buz tutacaktı yoksa. Etrafına şöyle bir baktı ve yolun bitimindeki küçük, eski bir tabela dikkatini çekti: ‘Cafe Hyré’. Çizimlerini tekrar koltukaltından eline aldı ve adımlarını sıklaştırarak oraya doğru ilerledi.



Birçok güzel ve alımlı kafenin arasından elbette ki bu eski ve tenha yeri seçmesinin bir sebebi vardı. Kalabalığın arasında pek rahat hissetmezdi kendisini, işiyle ilgili en yaratıcı fikirleri kendiyle başbaşa olduğu zamanlarda üretirdi. Cafe’nin kapısını boştaki eliyle yavaşça açtı, elindeki dosyayı köşedeki masanın üzerine attı. Bir sandalye çekip, üzerindeki kabanı onun arkasına astı. Soğuktan dağılmış saçlarını eliyle biraz düzelttikten sonra tezgâha doğru ilerledi. Epey yol tepmişti ve soğuktan donmuştu, bir fincan kahve ne de güzel olacaktı şimdi. Bir eliyle kotunun arka cebine sıkışmış cüzdanını çıkartmaya çalışırken birden göğsünde bir çarpma hissi duydu. Gözlerini göğsüne çevirdiğinde, beyaz kazağının üzerindeki koca, kahverengi lekeyi fark etmek zor olmamıştı. Kahveydi muhtemelen, neyse ki hava soğuk olduğundan içine bir de dar, siyah t-shirt giymişti ve bu sayede haşlanmaktan kurtulmuştu. İçeceğin, pantolonuna ya da ayakkabısına dökülüp dökülmediğini kontrol ederken, endişeli bir ses tırmaladı kulağını. ‘Ah! Şey, ben...’ Genç adam gözlerini pantolonundan ayırıp, kahveyi döken kişiye doğru çevirdi. Karşısında birkaç gün önce, şelalenin başında tanıştığı Darya’yı görünce kazağındaki koca lekeye rağmen sinirleri yatıştı. ‘Anárion, selam!’ dedi kız bir adım gerileyerek. Adam, tam selamına karşılık verecekti ki, kız makineli tüfek gibi kelimeleri ard arda sıralamaya devam etti. ‘Tam bir baş belasıyım, gerçekten özür dilerim.’ Anárion tam önemli olmadığı, sıcaktan yanmadığı konusunda bir şeyler gevelemeye başlayacaktı ki; kız eğilip yerdeki kırık parçaları toplamaya başladı. Genç adam da eline bir bez alıp, beceriksizce kazağını temizlemeye çalıştı. Kırık parçaları tezgâhın üzerine bırakan genç kız tekrar Anárion’un yanına geldi ve yine aynı ses tonuyla mırıldandı: ‘Temizlememe izin ver derdim; ama onu bile beceremem. Tek yapabileceğim, karşında rahatsız edici bir şekilde dikilmek ve özürler yağdırmak.’ Anárion elindeki bezi bir kenara bıraktı, kazak hiç de temizlenecekmiş gibi durmuyordu. Çevik bir hamleyle onu üzerinden çıkardı, ne de olsa altında siyah t-shirt ü vardı. Sonra tekrar gözlerini Darya’ya çevirdi. Kısık, renkli gözlerine endişeli bir ifade yerleşince çok daha güzel görünüyordu. Bir eliyle üzerindeki t-shirt ü tutarak gülümsedi ve mırıldandı: ‘Gerçekten sorun değil. Yanmadım zaten, içimde bu vardı. Hem ben de önüme bakmıyordum, cebime sıkışmış cüzdanımla boğuşuyordum…’ Suçu biraz da olsa üstlenmek, kızı rahatlatırdı belki de. Aslında Anárion’un elbette ki hiçbir suçu yoktu. Tek istediği Darya’nın sakinleşmesiydi. Birkaç saniye süren sessizliğin ardından devam etti genç adam: ‘Hem karşımda hiç de rahatsız edici değilsin, aksine seni gördüğüme sevindim. Her ne kadar üzerime kahve döksen de…’ Kızı rahatlatmak için beceriksizce yaptığı bu esprinin ardından yapmacık bir kahkaha koyverdi. Kızın gözlerinin içine bakmaya devam etti. Şelalenin önünde bu kadar güzel olduğunun farkına varmamıştı doğrusu. Dağınık, uzun saçları, renkli gözleri ve hüzünlü ifadesiyle çok güzel görünüyordu Darya. Bu güzel sonbahar gününü yaratan, bir mevsim perisi gibiydi sanki…


--------------------------------------------------------------------------------------------------



(1.Tekil yazmışsın sonradan fark ettim, 3.Tekil oldu benimki, unutmuşum. Diğerini 1. Tekil yazarım. (= )
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Darya Schmitz

Darya Schmitz


Kadın Mesaj Sayısı : 166
Kayıt tarihi : 03/08/10
Yaş : 30

Kader Empty
MesajKonu: Geri: Kader   Kader EmptyPtsi Ağus. 09, 2010 7:14 am

Anárion karşısında ne yapacağımı bilmemem normal miydi? Tamam, gerçekten çok tatlı bir yüzü ve hoş vücudu vardı; ama ben bu kadar kolay tav olur muydum? Onu tekrar göreceğimi bilsem de bu kadar erken olacağını tahmin etmiyordum. Tanrı aşkına, saçlarım dağınıktı, burnumsa kıpkırmızı! On altı yaşında bir genç kız gibi duruyordum. Kişiliğimin olgunluğuyla ironi içinde olan fiziğim konusunda yapabileceğim bir şey yoktu. Temizlemeye uğraşmalı mıydım, yoksa özürlere devam ederek, beni kovmasını mı sağlamalıydım? Genç adamla, iki saate yakın bir sohbetimiz olmuştu ve hakkında biraz da olsa bilgi edinmiştim. Öyle bir şey yapmasına pek olağan vermiyordum; ama insanlar, beni hüsrana uğratmayı seviyorlardı. En iyi tanıdığım kişiler bile beklediğimden değişik tepkiler verebiliyorlardı. Onları daha iyi tanımadığım için kendimi mi, yoksa değişkenliklerinden dolayı onları mı suçlamalı mıydım? Peki, suçlamam zorunlu muydu? Belki de; ama benim davranışlarımın farklılık göstermemesi söz konusuydu. Hayatımı basit yapan bu muydu?

Üzerindeki kaşmir kazağı, vücudundan sıyırdı Anárion. Sağ kaşım istemsizce havaya kalksa da, cevabı almasıyla indi. İçinde siyah bir tişört daha olan adama, suçlu ve endişeli bir ifadeyle bakıyordum. Üzerine yapışmış tişört, karın kaslarını bile belli ediyordu. Erkek kaslarıyla çok ilgili değildim; ama an itibariyle, ilgim artmıştı. Elimi saçlarıma gömdüm ve mümkün olduğunca gözlerine bakmaya çalıştım. Bana bakmadığı sürece, ona bakmak kolaydı; ama bakınca, gözlerimi deviriyordum. Yine öyle oldu, bana baktığı andan itibaren, dudaklarımı ısırmaya başlamam normal değildi, değil mi? Üzerindeki tişörtü tutan Anárion, konuşmaya başladı. ‘Gerçekten sorun değil. Yanmadım zaten, içimde bu vardı. Hem ben de önüme bakmıyordum, cebime sıkışmış cüzdanımla boğuşuyordum.’ Sesi şefkat doluydu, bana moral vermeye ve suçluluk hissimi hafifletmeye çalışıyordu. Ben de Candice ya da Becky'e böyle yapardım, yüzümde mahçup bir gülümseme oluştu. Tınıyı tekrar işitmek güzeldi. Gözlerimde masum kedicik -Gabriel böyle derdi- ifadesi olduğunu biliyordum. Anárion istediğim kadar suçsuz olduğumu söylesin, bütün gün böyle bakabilirdim. Sessizliği severdim; ama şu an pek de iyi gelmiyordu. Birkaç özür için daha ağzımı açmışken, Anárion devam etti. ‘Hem karşımda hiç de rahatsız edici değilsin, aksine seni gördüğüme sevindim. Her ne kadar üzerime kahve döksen de.’ Espriye karşı ne tepki vereceğimi bilememiştim. Genç adamın kahkahasına, anlık bir refleksim hâline gelmiş kıkırdamamla eşlik ettim.

Gözlerime baktığını hissedebiliyordum. Mutlu mu olmalıydım? Evrenin şüphesiz en hoş adamlarından biri bana bakıyordu. Peki, bundan nasıl bir anlam çıkarabilirdim? Beni sevdiğini düşünecek kadar aptal değildim; ama sanki bir anlam çıkarmak zorundaymışım gibi hissediyordum. Tamam, itiraf ediyorum! Benimle ilgilenmesinin düşüncesi bile hoş geliyor. Elimi, saçlarımdan çektim ve tatlı bir sesle mırıldandım. ‘Ben de seni gördüğüme sevindim.’ Sırıtmaya devam ederken ne yapacağımı bilmiyordum. Acaba son bir özürle çekip gitmeli miydim? Belki de benimle bir şeyler içmek isterdi. Teklif sunacak kadar cesur olmamam kötüydü. Zamandan kazanmak için, başını hafifçe kaldırdım ve dudaklarımı buruşturdum. Gözlerim hafifçe kısılırken, ciddi bir sesle konuştum. ‘Ve de bu kadar uzun olduğunu farketmemiştim.’ Ardından tekrar sırıttım. Belki de gerçekten bir aptaldım. Ne zaman saçlarımla oynasam daha gergin oluyordum, bu yüzden iki yanda sabitledim ellerimi. Birkaç kez yutkundum. Ne diyeceğimi biliyordum; ama karşısında alma ihtimalimin olduğu olumsuz cevap beni ürkütüyordu. Sonuç olarak Anárion çok hoş biriydi ve sevgilisini bekliyor olması muhtemeldi. Mükemmel, buluşmalarında, üzerine kahve dökmüştüm! Sadece saçmalıyor olmayı hiç bu kadar istediğimi hatırlamıyordum. İki olasılığı da cümlemde geçirebilirsem, sorun çözülür müydü? Gözlerine masum bir ifadeyle baktım. Kendimi görebiliyordum, benliğim çok berraktı. Anlık heyecan ve cesaretle teklifimi sundum. ‘Bu beceriksizliğimi telafi etmem için sana kahve ısmarlamama izin ver; ama birini bekliyorsan söyleyebilirsin, gerçekten.’ İkinci olasılığın ardından hatlarım gerildi ve dişlerimi sıktım. Ellerimi yumruk yapmama ramak kaldığının bilincindeydim. Başka şeyler düşünmem en iyisiydi. Aklıma Gabriel geldi hemen. Uyandığımda evde yoktu, yeni takıldığı kız Janina'yla olmalıydı. Kızla dört senedir aynı sınıftaydık; ama herhângi bir samimiyetimiz yoktu. Dışarıya ördüğüm duvardan, kızda da vardı. Gabriel tavsiye istediğinde hiçbir şey diyememiştim. Yine de bilirsiniz, Gabriel çapkındır ve kalbini kırmadığı tek kız benim. Düşüncelerim uzun olsa da, üç saniye bile sürmemişti. Gerginlikten bacaklarım bile titriyordu. Anárion, bir an önce cevap vermeli ve beni bu gerginlikten kurtarmalıydı. İstemediğim şeyler genelde başıma geliyordu ve içimde bunun yine olacağına dair karşı konulamaz büyüklükte bir korku vardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anárion Herumer

Anárion Herumer


Mesaj Sayısı : 24
Kayıt tarihi : 06/08/10
Yaş : 104

Kader Empty
MesajKonu: Geri: Kader   Kader EmptySalı Ağus. 10, 2010 4:50 am



‘Ben de seni gördüğüme sevindim.’ Bunu duyduğuma nedense sevindiğimi fark ettim. Normalde insanların beni umursaması ya da umursamamasını kafama takmam. Yani, çoğu umursamaz beni zaten, fazla pozitif olduğumu düşünürler. Ben de zamanla onları görmezden gelmeyi öğrendim. Beni eleştirseler, bana ters davransalar bile, çizgiyi aşmadıkları sürece tepkisiz kalmayı tercih ettim hep. Fakat Darya’nın beni gördüğüne sevindiğini söylemesi, mutlu etti beni nedense. Hoş, mutlu olmak için bir sebebe ihtiyacı olan insanlardan değilim ben, ama yine de tuhaf bir sıcaklık kapladı içimi. Belki de kaderin küçük oyunundan dolayıydı bu. Şelalede tesadüfen tanıştığım hoş bir kızı, kısa bir süre sonra can sıkıntısından girdiğim bir kafede görmem. Sahi, gerçekten tesadüf müydü? Gerçekten sevinmiş miydi beni gördüğüne, yoksa nezaketen mi öyle söylemişti. Sebebini bilmiyorum ama yüzüme yayılan o gülümsemenin de farkındayım. En azından beni biraz daha neşelendirmeyi başardı.

İnsanları okumak konusunda üzerime yoktur. İlk birkaç dakikada anlarım, birinin nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu ya da nelere önem verdiğini. Beden dilinin uzmanı sayılırım, ne de olsa bir ressamım. Gözlem de işimin bir parçası sayılır. Darya’nın sürekli saçlarıyla oynaması, yüzündeki o gülen ifade, konuşurken dudaklarını ısırması... Ya kahveyi döktüğü için gerçekten pişman ve şirin olmaya çalışıyor, ya da beni beğeniyor. İşte, oynamam gereken bir kumar daha. İkincisini umuyorum elbette, hangi erkek böyle güzel bir sonbahar perisini kollarının arasına almak istemez ki? Fakat yanılıyor da olabilirim. Her ne kadar insan sarrafı olsam da, kızları anlamaya tanrıların bile gücü yetmez. Hele ki konu karşı cinsle ilişkilere gelirse. Yine de ikincisine koyuyorum ben tüm paramı, zaten kaybedecek fazla şeyim yok ve bir kız beni reddedecek diye oturup depresyona girecek biri de değilim zaten. Kaybedersem, sadece biraz utanırım; kazanırsam bir sonbahar perim olur.

Kızın ardı arkası kesilmeyen cümlelerini dinler halde, yüzümde aptal bir sırıtışla kalmıştım. Lafa girecektim, fakat izin vermedi bir türlü. Hem ne diyecektim ki? Hakkında pek bir şey bilmiyordum. Tek bildiğim resimden hoşlanmasıydı. Eh, şu durumda pek de işime yarayan bir bilgi değildi bu açıkçası. Neyse ki, kızın teklifi beni bu ikilemden kurtardı, hatta epey sevindirdi. ‘Bu beceriksizliğimi telafi etmem için sana kahve ısmarlamama izin ver; ama birini bekliyorsan söyleyebilirsin, gerçekten.’ Yüzüme bir rahatlık ve memnuniyet ifadesinin yayıldığından eminim. Hiçbir zaman duygularını saklayabilen bir insan olamamıştım zaten, içim dışım birdi. Kaveh’ten biraz ders alsam fena olmazdı doğrusu. Belki de ben toprak, o hava elementi olmalıydı. Kafamdan hızla gelip geçen bu gibi gereksiz düşünceler sebebiyle bir süre sessiz kalmıştım. Kıza bir cevap vermediğimi tam zamanında fark ettim neyse ki. Yüzümdeki o aptal sırıtışı becerebildiğim kadar silmeye çalıştım fakat sesime hakim olamamıştım. Gür ve sevincini açıkça belli eden bir ses tonuyla yanıtladım: ‘Yo, hayır. Yani, birini beklemiyorum. Öylesine dolaşıyordum, biraz kafamı dağıtıp yeni fikirler üretebilmek için. Ben de kahve içmeye gelmiştim zaten. Yani, ısmarlayabilirsin, ama bu kez kahveleri ben taşıyacağım.’ Cümle kurmakta bu kadar zorluk çektiğimi fark edince, bu kıza diğerlerinden başka bir gözle baktığımın farkına varmıştım. Neyse ki lafımın sonuna yerleştirdiğim bir espriyle az da olsa toparlamıştım kelimelerimi. Elimle az önce çizimlerimi bıraktığım cam kenarındaki masayı işaret ederek ‘Sen geç, hemen geliyorum.’ diye mırıldandım. Tezgâha gidip içecekleri aldığımda, kıza ne kadar şeker istediğini sormayı unuttuğumu fark etmiştim. Neyse ki trajik bir hata değildi. Kahveleri dikkatle masaya doğru taşıdım ve bir garsonmuşçasına kendi ellerimle servis yaptım. Kızın oturduğu yerin karşısına geçip kahvemden bir yudum aldım ve gülümseyerek sordum: ‘Ee, senin ne işin var burada. Yoksa sen mi birini bekliyorsun?’

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Darya Schmitz

Darya Schmitz


Kadın Mesaj Sayısı : 166
Kayıt tarihi : 03/08/10
Yaş : 30

Kader Empty
MesajKonu: Geri: Kader   Kader EmptySalı Ağus. 10, 2010 1:12 pm

Siyah ya da beyaza değildi korkum, griden ibaretti. İyilik ya da kötülüğü seçmekten değil, ortada kalmaktan korkuyordum. Kararsız tipler yaşamı değersiz kılınanlardı ve o silsilenin beni yutmasına izin vermeyecektim. Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğim miydi gerçekten? Yenilgiler miydi ölümden beter, yoksa ders mi aldırırlardı? Çirkin yolla güzel yaratılamazdı, bakirelik için sevişilemeyeceği gibi. Çıkmaz yolun sonunda, sesini duyuramayacağını bile bile bağırması, sıradan bir refleks miydi? Belki de son saniyelerini duyurmak istiyordu insan, son acısını tatmayı. Yalnızlığı. Yanında olacağını iddia eden bir sürü yüzden istemeden soyutlanmasını. Değersiz miydim? Bana hayatı sorarsanız, uzun bir kaçış olduğunu söylerdim. Herkes adil yaratılmıştı, hayatta bozulan denge, son anda eşitlenecekti. Herkes yalnız ölecekti. Fazla realistim ya da değilim. Gerçekleri bilmeye bir ad veriliyorsa belki de o ad, bana Darya'dan daha çok yakışırdı. Ben gerçekliğin simgesiydim. Yüze tokat gibi çarpan rüzgâr da bendim, bıraktığı pişmanlık da bendim, verdiği acı da bendim. Peki olmaktan memnun muydum? Herkesin aynı biteceği bir oyunun başlangıcında, çırpınmamayı öğreneli on dokuz sene olmuştu.

Anárion bana sırıtıyordu. Saflığın bile erişmeye korktuğu, duruluğun sembolüydü. Onunla aynı seviyeye gelmeye korkmakta haklıydı, yenik düşeceği bir savaşa gitmek istemiyordu. Kalın dudakları aralanınca, dişleri inciyi andırıyordu. İçimi ısıtan bir gülümsemesi vardı ve sevilmek için yaratılmıştı. Sahi, ruhu güzel olanlara aşık olunduğunu söyleyerek, en saçma teoriyi evrene sunmuş hatta yedirmiş olan kimdi? Kim seviyordu iyi olan çirkini? Yalanlamama rağmen pek de katılmıyor değildim. Aşk konusunda fazlasıyla hassaslaşmam ne haddime bilmiyordum; ama sırf bedenen hoş olanın yanında bulunamazdım. Anlık dürtülerime engel olmaya çalışsam da, bedenim sürekli hareket ediyordu ve sonunda gerçeğe ulaştım. Aşık olmuştum. Gerçekten önemli iki kelimeyi nasıl bu kadar basit kullandığımı bilmiyordum; ama kalbime engel olacak kimse yoktu. Gücümü ben bile yitirmişken, düşüncelerimden kopmayı ve adamın yanında mutlu olmayı istiyordum. Karşılıklı gülümsemeye devam ediyorduk; ama bunun tam anlamını bilmiyordum. Bir çeşit flört olduğunu umdum ve adamı dinledim. Hep dalmak istediğim mutluluk şelalesinde buldum kendimi. Neşe akan sesin tınısında dans etmek istiyordum; ama bunu biraz ertelemeliydim. Adamı dinlemem ve ardından cevaplamam gerekiyordu. ‘Yoo, hayır. Yani, birini beklemiyorum. Öylesine dolaşıyordum, biraz kafamı dağıtıp, yeni fikirler üretebilmek için. Ben de kahve içmeye gelmiştim zaten. Yani, ısmarlayabilirsin; ama bu kez kahveleri ben taşıyacağım.’ Otuz iki diş birden nasıl bir görüntüm vardı bilmiyorum. Yani keskin düşüncelerimle sevişebilecek kadar açık; ama fiziğimle ironi yaratacak kadar kapalıydım. Küçükken taraflarından reddedildiğim insanlar, artık çekici olduğumu düşünüyorlardı. İnsanların değişiminin yanında, fiziksel olarak olgunlaşmamın belirgin olduğunu itiraf etmeliyim. Bembeyaz ve adeta kansız yüzümde orantısız dağıtılmış çillerim vardı ve kısa bir çocuktum. Çirkin olduğum söylenemezdi; ama ön planda da değildim. Onaylamak için başımı salladım. Yalnız olması hoşuma gitmişti; ama anlık yalnızlığından faydalanmam ne kadar doğru olurdu? Umut ve hayallerimi terbiye etmeyi öğrenmiştim. Kısıtlı tuttuğum beklentilerim konusunda haklıydım, Anárion gibi bir genç adamı, bir saniye bile yalnız bırakabilen kadınların, zihin sağlığından şüphe ederdim. Eliyle arkadaki bir masayı işaret eden adamın mırıldanışına kulak verdim. ‘Sen geç, hemen geliyorum.’ Tekrar başımı salladım ve gülerek masaya ilerledim. Masanın üstündeki dosya dikkatimi çekti. Çizim dosyasına benziyordu. Anárion'a ait olmalıydı. Resim yapmayı sevdiğim için dışlandığım oluyordu, sanki bir suçmuş gibi. Genç adamla pek muhabbet etmesek de ressam olduğunu anımsıyordum. Bana yaptığı eleştirilere başta olumlu bakmasam da haklı olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Akıllıca eleştiri yapabilenlere özenmiş biri olduğum için hemen bakmak istedim resimlerine. Yine de özel şeyler olabileceğini düşündüm ve durdum. Defterimin izinsiz incelendiğini görürsem, deliye dönerdim. Şu empati meselesi çok işe yarıyordu.

Önüme konan fincanla kendime geldim. John kahve makinesini tamir etmiş olmalıydı, benim aklımdan çoktan çıkmıştı oysa. Belki de Anárion meselesinde biraz yavaşlamalıydım. Kendime gelmek için, önüme konan kahveyi yudumladım. Boğazımdan geçen sıcaklıkla beraber, rahatladığımı hissettim. Yüzümde masum bir gülümsemeyle, karşıma oturan adamı izledim. Kahvesinden aldığı yudum kadar sıcak bir gülümseme ve sesle sordu. ‘Ee, senin ne işin var burada? Yoksa sen mi birini bekliyorsun?’ Bunu sormasının amacı neydi? Sadece merak mı yoksa cidden bilmek mi istiyordu? İkinci seçeneği o kadar isterdim ki... Saçlarımı kulaklarımın ardına iteledim, dudaklarımı ıslattım ve konuşmaya başladım. ‘Bekleyebileceğim iki kişi de ortalarda yok. Candice erkek tavlıyor, Dominic de benimleyken dokunamadığı sigara paketiyle özlemini gideriyordur.’ Dominic, ona gerçekten önem veriyordum. Zorda kaldığımda yanımda olan nadir kişilerden olan Dominic benden hareketli yaşasa da, neler yaptığını tahmin edebiliyordum. Sigara içmesini gerçekten hiç istememiştim ve bu isteksizliğim sürüyordu. Sigarayı kimsenin eline yakıştıramazdım, özellikle de yakınlarımın. Yakınlarım kategorisinde başı çeken Dominic, bu konuda beni dinlememişti. Onu suçlayamazdım aslında. Özgürlüğüme düşkün biriydim ve Dominic, bana fazlasıyla benziyordu. Üstünde baskı kurmak istemediğim için uzatmasam da, bağımlılıklardan vazgeçilemediğini biliyordum. Bazı duygularımı bağımlılık sayarsam, vazgeçemediğim bir sürü şey olmuştu; ama isimlerini hatırlamak bile istemiyordum. Derin bir nefes aldım ve ekledim. ‘On yedi yaşında ve sigaraya başlayalı iki yıl oldu. Ona engel olmayı denedim; ama ergenlerin, erkekliklerini kanıtlama çabası olmalı. Ya da onun gibi bir şeyler işte.’ Dudaklarımı büzdüm ve ardından gülümsedim. Alakasız bir konuya ayak bastığımı farkettim ve kahvemden bir yudum alırken, ne diyeceğimi düşündüm. Amacımı belli etmeden sormaya çalıştım; ama başaramayacağımı biliyordum. ‘Sen ne arıyorsun burada? Böyle bir yerde seni görmek şaşırtıcı aslında, kız arkadaşınla daha hareketli yerlerde olman gerekmiyor mu?’ Bozguna uğramış bir ifade ve morali bozuk bir sesten ibarettim. Adamın yanıtını beklemeden, hatamı düzeltmeye çalıştım. ‘Özür dilerim, normalde başkasının özel hayatına karışmaktan nefret ederim.’ Omuzlarımı silktim ve dudaklarımı büzdüm. Dirseklerimi masaya dayadım ve avuç içlerimi birleştirdikten sonra, çenemi araya koydum. Gözlerimi masaya diktiğimde, konuştukça battığımı farkettim. Her şeyi çoktan mahvetmediğimi umuyordum. Anárion, sevgilisinin olduğunu söyleyince, nasıl bir tepki verecektim? İradesizliğim tutup, gözyaşlarına boğulursam diye korkuyordum. İnsanlara gerektiğinden fazla değer veriyordum. Şimdilik haketmediğini değil de sadece erken olduğunu umdum ve cevabını beklemeye başladım. Her saniye, bir asırmış gibi geliyordu ve bu ne kadar normaldi bilmiyordum. Gözümde gram umut parıltısı yoktu, kendime acımamam mümkün değildi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anárion Herumer

Anárion Herumer


Mesaj Sayısı : 24
Kayıt tarihi : 06/08/10
Yaş : 104

Kader Empty
MesajKonu: Geri: Kader   Kader EmptyÇarş. Ağus. 11, 2010 6:03 am

Sorduğum son soruyla fazla mı ileri gittim bilmiyorum. Yani iki kere tesadüfen karşılaştığın birine, birini bekleyip beklemediği sorulur muydu? Her neyse, ne kadar çabuk öğrenirsem, o kadar çabuk kavuşurdum ödülüme, ya da cezama. Kararlarımı hep hızlı veririm ve hiç de pişmanlık duymam. Yanlış karar vermek, insanın doğasının bir parçasıdır. Bu nedenle tüm kararlarım yanlış olsa bile, daima onları telafi edecek zamanım olmuştur. Hem, bu masum, basit bir soruydu. Sadece merak etmiştim neden burada olduğunu ve bir sevgilisi olup olmadığını.

Kalbinin kabul ettiği şeyleri aklın kabul etmez bazen. Ya da tam tersi. Bir şeyin mantıklı olduğuna kanaat getirirsin fakat kalbini karşında bulursun. En sinir olduğum duygulardan biridir. İşte bu moda girdiğimde yavaşlar sadece karar verme sürecim. Tıpkı şimdi olduğu gibi. İçimde bu kız için farklı duygular olduğunu hissediyorum, yani onu tekrar görmekten mutlu oldum nedense. Fakat aklım yine işin içine karışıyor. Ya o da diğerleri gibiyse, diğerleri gibi karamsar ve kötü niyetli? Sanırım yaşadıklarım bana koca bir güven problemi kazandırdı. İşte, yalnızlığım için koca bir sebep daha. Sanırım kendimden başkasına güvenemiyorum. Üvey annemle babamı saymazsam tabii. Birçok kez düşündüm bu farklılığım onlar yüzünden mi, yoksa gerçek ebeveynlerimden bir miras mı? Sanırım sorunun cevabını biliyorum. Onları da bugüne kadar hiç arama zahmetine girmediğim de bundandır zaten.

Dediğim gibi, masaya oturduysan ya kazanacaksın, ya da kaybedeceksin. Daha kızın kahve teklifini kabul ederken oturmuştum masaya ve kaybedecek de bir şeyim yok. Belki bir düşman daha kazanırım, bu kadar fazla düşmanım varken bu güzel kızın fazlalığını hissetmem bile. Keşke bütün düşmanlarım bu kadar güzel olsa. Al işte, şimdiden kabullendim onun da diğerleri gibi olduğunu. Aslında tamamen benim suçum değil, insanın karşısına yıllardır beklediği gibi biri çıkmayınca haliyle paronayaklaşıyor tabi.

Öylece düşüncelere dalmışken asırlar geçmiş gibi hissettiğim birkaç saniye sonunda kızın cıvıl cıvıl sesi bozdu sessizliği. ‘Bekleyebileceğim iki kişi de ortalarda yok. Candice erkek tavlıyor, Dominic de benimleyken dokunamadığı sigara paketiyle özlemini gideriyordur.’ Açıkçası Candice kim bilmiyorum, umurumda değil. Fakat Dominic de kimin nesiydi? Onunlayken dokunamadığı sigara paketiyle özlemini gideriyormuş. Demek ki Darya’nın sık sık yanında olan biri. Lanet olsun işte, her zamanki gibi masaya oturduğumda yenik başlıyorum. Gerçek hayatta da böyle zaten. Gerçek ailem beni evlatlık vermiş ve üveylerimin söylediğine göre vefat etmişler. Orta halli bir aileye evlatlık olarak gitmişim, tanrıya şükür iyi insanlar fakat yine de gerçek ailemle yaşamak isterdim. Yani hayatımda bugüne kadar doğru dürüst giden bir şey olmadı. Ressamlığımı saymazsam, bu yüzden tamamen işime verdim kendimi. Kazanmak beni mutlu ediyor ve fark ettim ki kazandığım tek yer tuvalin başı.

‘On yedi yaşında ve sigaraya başlayalı iki yıl oldu. Ona engel olmayı denedim; ama ergenlerin, erkekliklerini kanıtlama çabası olmalı. Ya da onun gibi bir şeyler işte.’ Bunun üzerine yüzüme koca bir gülümsemenin yayıldığından adım kadar eminim. Bildiğim kadarıyla on dokuz yaşlarında bir kız, on yedi yaşında biriyle normal şartlarda ilişki kurmaz. Hem hiçbir kız sevgilisinden ‘ergen’ diye söz etmez yani, hele ki doğru dürüst tanımadığı bir erkeğin yanında. Belki de kardeşi falandır. Ne kadar da aptalım, çocuk gibi küsmüştüm hemen. Kaybedecek bir şeyim olmamasına rağmen neden bu kadar stresliyim anlamıyorum. Belki de kalbimin, aklımı yenme vakti gelmiştir. Sanırım bu kızı seviyorum ben, yani kollarımın arasına alıp sıkı sıkı sarmak isterken onu, ondan hoşlandığımı inkâr edemem. İşte, şimdi kararımı verdim. Bu masada elimden geleni ardıma koyarsam, gece rahat uyuyamayacağım. Hem şu sıralar bir sonbahar perisine de ihtiyacım var, çizdiklerim de bir boka benzemiyor.

‘Sen ne arıyorsun burada? Böyle bir yerde seni görmek şaşırtıcı aslında, kız arkadaşınla daha hareketli yerlerde olman gerekmiyor mu? Özür dilerim, normalde başkasının özel hayatına karışmaktan nefret ederim.’ Aslında tam da istediğim konulara girdi. Özel hayatıma karışmıştı, artık benim de onun özel hayatına karışma hakkım var. Sanırım şans bana gülüyor, bu gün kazanacağım. Dürüst biri olduğumdan yalan söylemeyi pek beceremem, bu nedenle laf oyunlarıyla kızların gözünü boyayacak bir Casanova da olamadım hiçbir zaman. Olmak da istemem, bu kadar sevilmezken o pesimistler tarafından tek sığınağım, kendi kişiliğim. Tüm açıkyürekliliğimle yanıtladım. ‘Aslına bakarsan bir ay öncesine kadar hayatım öyleydi. Yani kız arkadaşımı alır gezerdim, fakat hiçbirinin benim gibi olmadığını fark ettim. Bunları doğru dürüst tanımadığım birine söylemek doğru mu bilmiyorum ama, sözüm meclisten dışarı, çevredeki insanların ve tabi kızların çoğu bana fazla kötü, karamsar ve yapmacık geliyor.’ Batırmış mıydım? Yani, bunlar etkilemeye çalıştığın bir kıza söylenecek şeyler miydi? Her neyse, umrumda değil. Bir yola başladım artık ve sonunu getireceğim. Beni beğenen böyle beğensin, beğenmeyenle de yolum ayrı zaten. Söylediğim negatif şeylerin etkisini biraz olsun azaltmak için gülümsedim ve lafıma devam ettim neşeli bir sesle: ’Yani, aslında hiçbirine aşık olmadığımı anladım, olamam da. Çoğunun istediği günü geçirecek bir vücut, içinde barındırdığı ruh umurlarında değil. İlk birkaç gün eğlenceli gelse de, sonra kendimi kullan-at traş bıçağı gibi hissetmeye başladım.’ Konuştukça bakışlarımı Darya’dan kaçırdığımı fark ettim. İçini dökmek zordur, hele karşındaki hoşlandığın kızsa daha da beter. Ama emin olduğum bir şey var. Eğer o aradığım kişiyse, benim gibi biriyse söylediklerim onu etkiler. Değilse, işte o zaman yandık çünkü bu masada oturdukça kızın kısık bakışlarına hapsoluyorum.

Zorlukla da olsa utancımı yenip kafamı tekrar kaldırdım ve Darya’nın gözlerinin içine baktım. İşte, kumarın en can alıcı noktası. Kazananın ve kaybedenin belli olduğu an bu. Binlerce kelime beynimde dans ediyor, tek sorun hangisini seçeceğimi bilmemem. Tanrının işi olsa gerek, bir cesaret dalgasıyla söze başladım yine: ’Yalnız kalmayı tercih ediyordum o kızlarla takılmaktansa. Seni görünce, yalnızlığa mahkum olmadığımı anladım.’ Bakışlarımı yine istemdışı kaçırmıştım Darya’nın gözlerinden. Son iki cümleyi sarf etmekle doğru mu yaptım bilmiyorum, fakat dediğim gibi kararlarımı hızlı veririm. Doğru ya da yanlış olması umrumda değil. En azından telafi edecek zamanım olur…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Darya Schmitz

Darya Schmitz


Kadın Mesaj Sayısı : 166
Kayıt tarihi : 03/08/10
Yaş : 30

Kader Empty
MesajKonu: Geri: Kader   Kader EmptyÇarş. Ağus. 11, 2010 12:47 pm

Keskin bir soğuk vardı. Bedenimi etki altına almış değildi, ruhumu estiriyordu. Ürpersem de fiziki bir tepki veremiyor, iliklerimin en içinin soğukluğundan başka bir şey hissetmiyordum. Ve aşk... Sıradan dillerde kalıplaşarak, eski heyecanını kaybetmiş ve gözümden düşeli altı ay olmuştu. Onu tekrar yanımda hissetmek huzurlu; ama endişe getiriciydi. Kaygılarımdan arınmak isterdim. Kutsal ruh ritüellerini hatırladım. Vanilya kokan tütün çubuklarını. Günahsız ruhumu palavralara inanarak lekelemiştim. Suçlu hissetmek için fazlasıyla nedenim vardı ve şimdi en büyüğü karşımda duruyordu. Sorumluluk almayı sevmez ve katlanamazdım. Karşımdaki adamın benimle ilgisiz olduğunu söylemek istemiyordum da. Peki ya gelecek? Kendi geleceğimi kestiremezken, onun hakkında ne düşünecektim? Kaygılarımın sayısı artarsa, boyutları ne olacaktı? Belki de kaygımı paylaşır ve azaltırdım. İnsanlara güvenmekten nefret ediyordum. Suçu kendimde aramıyordum bazı konularda, refahlığım adına. Yine de tıkandığım son noktadan dönemeyeceğimi bilmem garipti. Eskiler, acı verirlerdi bana. En azından çoğu kısmı ve aklımdan çıkarmak için lûtfedilmiş her sıfatı geri itiyordum, hakkım varmış gibi. Sahi, neye hakkım vardı? Günahın rengi neydi ve ben ne zaman düşmüştüm palete? Boya kurumuş muydu yoksa hâlâ telafi zamanı var mıydı? Ve sorular... Aynı silsiledeydim ve hiç çıkamayacağımı biliyordum. Yardım için çığlık atmak istiyordum, yakarmalıydım. Sadece gururuma yediremediğim acizlik meselesi yüzünden açık olamıyordum. Sıcak bir tene, su kadar muhtaçtım. Sıcak bir tek tene muhtaçlığım belirgindi şimdi. Anárion rüyamın bir parçası mıydı? Tutku eksikliğimi doldurmak için tek fırsatım olması mı bu kadar değerli kılmıştı onu? ‘Doğrularımı götürecek kadar yanlış yapmadım ben hayatta, çok sıkıştığım yerde boş bıraktım hep. Şimdi bıraktığım boşlukların birindeyim belki de. Kimsenin doğrusunu götürmedim. Hiç kimsenin de yanlışı olmadım. Yetmez mi?’

Yetmiyordu işte. Bakışlarım masada adeta donmuştu, adamın sesini duyana kadar. ‘Aslına bakarsan, bir ay öncesine kadar hayatım öyleydi. Yani kız arkadaşımı alır gezerdim; fakat hiçbirinin benim gibi olmadığını fark ettim. Bunları doğru dürüst tanımadığım birine söylemek doğru mu bilmiyorum; ama sözüm meclisten dışarı, çevredeki insanların ve tabi kızların çoğu bana fazla kötü, karamsar ve yapmacık geliyor.’ Benim düşündüğüm ve söyleyemediğim her şeyi birden dillendirmesi ne kadar normaldi? Kutsal ruh muydu ona oynayan yoksa gerçekten doğru kişi miydi Anárion? Küçüklüğümde beklediğim beyaz atlı prens geldi aklıma, hafifçe tebessüm ettim. Adama katıldığımı bağırarak haykırmak istiyordum; ama sadece etkilemek için onaylayan basit bir kız gibi yanlış anlaşılmak istemiyordum. Bir şey dememeyi tercih ettim bu yüzden. Bakışlarımı adamda topladım. Neşeli bir biçimde gülümsediğini gördüm ve ister istemez bana da yansıdı. İfadesi kadar neşeliydi sesi. ‘Yani, aslında hiçbirine aşık olmadığımı anladım, olamam da. Çoğunun istediği günü geçirecek bir vücut, içinde barındırdığı ruh umurlarında değil. İlk birkaç gün eğlenceli gelse de, sonra kendimi kullan-at traş bıçağı gibi hissetmeye başladım.’ Haklı olmalıydı. Kızlar gerçekten zor yaratıklardı ve şehvetten gözleri dönünce, ruhu önemsemezlerdi. Kendimi ayırmam adil miydi bilmiyordum; ama adil olmayan evrenin bir parçası olarak, yalan hakkım olmalıydı. Bakışlarını benden kaçırdığını farkettim. Bu iyi bir şey olmalıydı, aynı şeyi saniyeler önce de ben yapıyordum. Başımı hafifçe salladım onaylarcasına, gözlerim de kısıktı. Neden bu kadar düşündüğümü bilmiyordum. Belki de gerçekten değer hakeden biriyle karşılaşmamıştım ve kendimi buna hazırlamamıştım. Birden bana baktı. Gözündeki parıltıyı farketmemem mümkün değildi. Ben ne diyeceğimi düşünürken, devam etti Anárion. ‘Yalnız kalmayı tercih ediyordum, o kızlarla takılmaktansa. Seni görünce, yalnızlığa mahkum olmadığımı anladım.’


Ve o andan sonra nefesim kesildi. Cümlelerdeki imâları sezmeyi pek bilmesem de, barizliği anlamıştım. Benden hoşlandığını söylüyordu. Onu sevdiğimi söylersem, erken ve basit mi olurdu? Sadece bedenimi isteyen ve sözleriyle gözümü boyayan biri daha olmadığından emin miydim? Tek bildiğim risk alınmayan hayatların, şimdiki hayatıma döndüğüydü. En ihtiyacım olan zamanda gelmiş bir melek olduğunu umdum. Bakışları bende değildi; ama yüzümdeki aptal gülümsemeyi silmek için yeterli zamanım olmamıştı. Hemen kahvemden bir yudum aldım ve sesimi de yumuşattıktan sonra konuşmaya başladım. ‘Senin için ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. Yeni tanıştığı erkeklere, sadece hoş oldukları için, bedenlerini fazlasıyla cömert bir şekilde sunan kadınları da anlamam.’ Alakasız mıydı söylediklerim? Sadece hissettiklerimdi ve bu yüzden yargılanamazdım ya. Cesaret için bir daha yudumladım kahvemi. Yanaklarımın kızardığını hissediyordum. Gözlerimi yere diktim ve şirin bir sesle konuşmayı denedim. ‘Tek bildiğim, şu an daha fazla mutlu olamayacağım ve karnımdaki kelebekler. Bu iyi bir şey olmalı.’ Söyleyebileceğim en şirin sözler bunlardı, daha fazlası için çoktan körelmiş bir kalbim vardı. Bakışlarım hâlâ yerdeydi. Bu kadar duygusallığı kaldırabilir miydim? Uzun zaman olmuştu; ama rahatsız olduğum da söylenemezdi. Öylece durup, adamın bir tepkisini beklerken, aklımdan eski satırlar geçti. ‘Beni sev. Sabah yatağından kalkıp, perdeni açtığın andaki duyduğun huzurla, kilometrelerce koşup, evdeki koltuğa uzandığın andaki yorgunluğunla, ardı ardına attığın kahkahalar sonrasında, kaslarında oluşan ağrıyla, insanlarla dolu bir arsada yürürken, takılıp düştüğün andaki kaygınla, her hâlinle, her anınla, beni beklettiğin günlerin acısına, sev işte, sev beni.’
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anárion Herumer

Anárion Herumer


Mesaj Sayısı : 24
Kayıt tarihi : 06/08/10
Yaş : 104

Kader Empty
MesajKonu: Geri: Kader   Kader EmptyCuma Ağus. 13, 2010 3:53 am



Çok mu hızlı gittim bilmiyorum. Birbirimizi ikinci kez görüyoruz fakat ben sanki uzun süredir tanışıyormuşçasına ondan hoşlandığımı açıkça belli ettim. Bu bir hata mı, onu da bilmiyorum. Sadece içimden geleni söyledim, her zaman yaptığım gibi. Bunun için kendimi suçlayamam, öyle değil mi? Yine de içimi kaplayan heyecan duygusuna engel olamıyorum. Ya reddederse, ya bana, benim ona baktığım gözle bakmıyorsa. İşte o zaman inanabilirdim sonbaharın karamsar bir mevsim olduğuna.

Birkaç saat önce monoton, heyecansız bir hal içerisindeyken; şimdi bu durumda olmam ne kadar da garipti. Bir kişi, insanın duygularını hızla değiştirebilir miydi böyle? Belki de Darya’nın beni etkilemesini sağlayan şeylerden biri de buydu. Onun yanındayken normalden daha farklıydım. Daha heyecanlı , daha stresli, daha neşeli… İşte bu yüzden onun daha fazla yanımda olmasını istiyorum. İçimden bir ses, onun diğerleri gibi olmadığını söylüyor. Kahveyi üzerime döktükten sonra özür dileyişi, yeni bir kahve teklif edişi, buradaki sohbeti; hepsi oldukça doğal ve saf geldi bana. Ya da aşk gözlerimi kör etti. İkincisi de kuvvetli bir ihtimal. Neyse ki yola girdim bir kere, daha çıkışı yok. Çıkmak da istemiyorum zaten. Bu güne kadar sevgimi hak etmeyen çoğu kişi için sıkıntı çektim. En kötü ihtimalde, listeye bir kişi daha eklenir.

‘Senin için ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. Yeni tanıştığı erkeklere, sadece hoş oldukları için, bedenlerini fazlasıyla cömert bir şekilde sunan kadınları da anlamam.’ Yüzümde garip bir ifadenin oluştuğundan eminim, şayet pek de böyle bir cevap hayal etmemiştim. Yani, ondan hoşlandığımı açıkça belli etmişken daha farklı bir cevap bekliyordum. Belki de reddedilmemin ilk aşaması bu. Önce hak verirsin, sonra bir ‘ama’ ile yan cümle kurar ve bu işin olmayacağını belirtirsin. Klişe bir reddediş cümlesi. Evet,sanırım kaybettim. Derken Darya konuşmasına devam etti, neyse ki ‘ama’ yla başlamadı cümlesine. ‘Tek bildiğim, şu an daha fazla mutlu olamayacağım ve karnımdaki kelebekler. Bu iyi bir şey olmalı.’ Mutluluğumu açıkça belli ettiğimden şüphem yok, pişman da değilim. İşte, duymak istediğim şey tamamiyle buydu. Ağzımın, kulaklarıma doğru yayılışını hissedebiliyordum. İçimi bir rahatlama dalgası kapladı. Söylemiştim işte, sonbahar hüznün mevsimi değildir. Aklıma söyleyecek binlerce kelime geliyordu fakat doğru bir şekilde sıralamam için önce kendime gelmem lazımdı. Süreci hızlandırmak için Darya’nın akıl alıcı gözlerinden kaçırdım kendiminkileri. Yoksa asla konuşamazdım. İstemdışı, bir öksürükle karışık fırladı ağzımdan ilk kelimem. “Harika!” Yüzüm kızarmış mıydı? Nasıl görünüyordum bilmiyorum. Kendime gelmem için kahvenin kalanını kafama diktim. İyi gelmiş olsa gerek, hızır gibi yetişen bir özgüven dalgasıyla elimle kızın masanın üzerinde duran narin elini yakaladım. Baş parmağımı kızın yumuşak ve beyaz elinin üzerinde dolaştırmaya başladım. Nedense hala cümle kurmakta zorluk çekiyordum. Neyse ki şanslı günümdeydim ve cümle kurmama pek de gerek yoktu.

Hızla boştaki elimle karakalem çalışmalarımın olduğu dosyayı kaptım ve içindeki kağıtlardan birini çıkardım. Dün akşam çizmiştim, açıkçası nedendir bilmiyorum, fakat Darya’yı gördüğümden beri bunu yapma isteği vardı içimde. Bir resme, bir Darya’ya baktım. Burnunda ve kaşlarında ufak tefek hatalar olduğunu fark ettim, hayalini kurduğun bir insanı çizdiğinde böyle oluyordu işte. Ama yine de fena sayılmazdı. Çizimi Darya’ya gösterip konuşmaya başladım: “Ne diyeceğimi bilemiyorum ki. Yani, sanırım ilk gördüğüm andan beri etkilenmiştim senden. Sonbahar perim benim.” Bunları söylerken Darya'nın küçük elini sıkıca kavradığımı fark ettim. Canını acıtmış mıydım bilmiyorum. İçimden geldiği gibi davranıyordum ve içimden geldiği gibi konuşmuştum yine. Hayatta ne kazandıysam, ne kaybettiysem hepsi doğallığımdandır. Halimden memnun olduğuma göre, sanırım işe yarıyor.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kader
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Evita Magt :: RP Out :: Site Geçmişi :: RPG Geçmişi-
Buraya geçin: